Michael Jordan, Nicolas Anelka, Kun Agüero, Iker Muniain, Damien Le Tallec, Christian Eriksen, Eden Hazard, Milan Badelj, Hugo Lloris, Roger Federer, Kevin Durant, Russell Westbrook, James Harden, Derrick Rose, OJ Mayo, Chuck Eidson, Dimitris Diamintidis, Robertas Javtokas, Milos Teodosic ve daha niceleri...
Perşembe, Şubat 17, 2011
İyi Ki Doğdun Majesteleri...
Yolun yarısını geçeli 13 sene olmuş... İyi ki doğmuşsun reyiz, değil 50'ye 100'ne bile merdiven dayasan hala bu kalplerdeki yerini koruyacaksın.
Pazartesi, Şubat 14, 2011
Şom Ağzımı Açtım Bir Kere...
Önce Ziya Doğan meselesi, şimdi de bu... Dün maç sırasında bakışları ile dalga geçiyordum delinho'nun. Bilseydim gideceğini hiç ağzımı açmazdım, zaman geri alınmıyor maalesef.
Ben üstte yazılanları dedikten 1 gün sonra sevgili yönetimimiz, Schuster ile işbirliğine giderek deyim yerindeyse kovdu onu. Büyük ihtimalle bırakacak futbolu, kalplerde derin bir yara bırakarak hemde.
Seni yuvandan kovma cesareti gösterenler, seni Beşiktaş'tan koparabileceklerini zannedenler elbet bir gün hesap verecek. Her zaman arkandayız, yanındayız. (NOT: Schuster'e olan inancımı tamamen kaybettim, isterse bundan sonra takımı şampiyonlar ligi şampiyonu yapsın, gözümde değersiz bir çöpten başka bir şey değil.)
Lan Yoksa ?
Dün twitter'da bunları dememin ardından, Ziya Doğan Konyaspor ile yollarını ayırdı. Hayır yani, insan ister istemez ''Lan Yoksa ?'' diye düşünüyor. Tahtaya neyin vurun, ''Allah korusun'' felan deyin de gerçekleşmesin şu öngörüm.
Pazar, Şubat 13, 2011
İster Misin Dayı ?
O mendili kullanacağımız günler yakın gibi geliyor bana. Umarım düzelir takım, yoksa halimiz yaman. Sen ne dersin Pavarotti dayı ? Sallayak mı o mendili ?
Salı, Şubat 08, 2011
Künye #5
Shaun Livingston. Ağızda akide şekeri gibi eriyen bir isme sahip Shaun Livingston. Zamanının en potansiyelli guardı, sakatlıklardan harap olmuş bir kariyer... Dün Bobcats - Celtics maçını izlerken düşündüm, ''acaba sakatlıklar olmasa nasıl bir kariyere sahip olurdu ?'' diye performansıyla merakımı giderdi sağ olsun. Sakatlıklar olmasa ligin kalburüstü guardlarından biri olabilirdi ama artık o noktadan çok uzak... Değerli bir rotasyon oyuncusu olabilir mi ? Yolu Beşiktaş'a düşmezse ; evet, olabilir. Büyük takımlara duyurulur... Bağğğyaaandan az kullanılmış hasarlı guard... :)
YETER !
Son zamanlarda, Beşiktaş'la ilgili konuşulan bazı şeyleri burada irdelemek istiyorum. Malumunuz, Serdal Adalı'nın basın toplantısının ardından, özellikle sosyal paylaşım sitelerinde ortalık karışmıştı. Daha doğrusu karışmadı, sadece Serdal Adalı'nın bazı sözleri Fenerbahçe'li bazı kişilerin zoruna gitti, işine gelmedi...
Tam da bu noktada, daha henüz yazıya başlamayanlara bir uyarıda bulunmak istiyorum. Bu yazı tamamen Beşiktaşlı kimliğimle yazdığım bir yazı, o yüzden benden objektiflik felan beklemeyin.
Sene başını hatırlarsınız. Yaralı ceylan ; Fenerbahçe şampiyonluğu son haftada acı bir şekilde kaybetmiş ve bunun verdiği gazla da abuk subuk transferler yapmaya başlamıştı. Stoch, Niang, Dia gibi Avrupa'nın ikinci sınıf topçularına milyon dolarlar döküp, patlama yapmaları beklenmişti. Beşiktaş ise, geçtiğimiz senelerde yaptığı transferlerden ders çıkarmış olacak ki, transfer stratejisini değiştirip ''Avrupa'da isim yapmış topçuları'' ülkeye getirmeye başlamıştı. Yani bir bakıma Fenerbahçe'nin önceki senelerde güttüğü ülkeye yıldız getirme(güiza, kezman) politikası uygulanıyordu transferde.
Bu transfer politikasının oluşmasındaki en önemli kişi ; Serdal Adalı idi elbet. Transfer komitesi başkanı olarak elinden geleni yaptı yıldızların Beşiktaş'ı seçmesi için. Şimdilerde hakkında ''dünkü çocuk'' yorumlarına nispet yaparcasına yıldızları birer birer Beşiktaş'a kazandırdı. Guti, geçenlerde katıldığı bir televizyon programında Serdal Adalı için ; ''O burada olmasaydı, Beşiktaş'a gelmezdim'' tarzında bir cümle kurmuştu hatırlarsınız belki. Aslında sadece o cümleden bile çıkarabiliriz, Serdal Adalı'nın Beşiktaş için ne kadar değerli bir yönetici olduğunu. Yıllardır fotomaç, fotogol gibi hayal satan gazetelerin arada bir gerçekleştirmek için sarf ettikleri Mansimov hamlesi, bir bakıma Serdal Adalı ile gerçekleşmiş oluyordu Beşiktaş'ta...
Beşiktaş, dünyaca ünlü yıldızlarıyla sezon başında fırtınalar estirirken Fenerbahçe ve Galatasaray ise oturup kendi dertlerine yanma modundaydılar. Galatasaray, total futbol türküsüne daha fazla dayanamayıp Rijkaard'ı göndermiş, Fenerbahçe ise Aykut Kocaman'dan kurtulmanın yollarını aramaya başlamıştı. Tam da bu ortamda, kamuoyunda gereksiz bir ''Beşiktaş antipatisi'' oluşmaya başlamıştı nedeni bilinmez bir şekilde... Aslında ''neden'' gayet iyi biliniyordu.
Bir düşünelim... Ligdeki en iyi kadro kimdeydi ? Beşiktaş'ta. Ligdeki en iyi teknik direktör kimdeydi ? Beşiktaş'ta. Fenerbahçe ve Galatasaray'ın ''köy takımları''na elenerek oynayamadığı Europa League'de ülkeyi kim temsil ediyordu ? Beşiktaş. Ligde en göze hoş gelen topu kim oynuyordu ? Beşiktaş. En iyi tribün ve taraftar kimdeydi Beşiktaş'ta... Evet, bu ve buna benzer ''en''lerle başlayan tüm cümlelerin sonunda Beşiktaş ismi mutlaka geçiyordu. Tüm bu ''en''ler Beşiktaş'tan nefret etmek için insanlara olanaklar tanıyordu.
Bu olanakları iyi değerlendiren bazı gruplar, bu nefreti somut bir şeylere dönüştürme çabasındaydılar. Önce Galatasaray'lı bir grup zeka küpü tribüncü tarafından saçma sapan bir tezahürat buluyor ve bunu tribünlerde söylemeye başlıyordu. Beşiktaş'a karşı nasıl bir nefret beslenildiğini kanıtıydı bu aslında. Bazıları, bazı olayları yediremiyorlardı kendilerine. Küme düşme potasında olan takımlarından kaynaklanıyordu herhalde bu... O tezahürat ortaya çıktıktan bir kaç hafta sonra oynanan derbide Beşiktaş, Cim BOM BOM'u -rezerv takımıyla- deyim yerindeyse kanırta kanırta yeniyor, Ali Sami Yen'de ki son derbide alkışlanan takım Beşiktaş oluyordu.
İlk yarıyı pek iyi bir yerde bitiremiyorduk maalesef, bunda en büyük etken yaşanan sakatlıklardı kuşkusuz. öhöm öhöm DARBEYE BAĞLI YAŞ.. öhöm öhöm. Derken, transfer sezonu açıldı Beşiktaş politikasını değiştirmeyerek aynı şekilde oyuncu alımını sürdürdü. Almeida, Fernandes ve Simao gibi dünya yıldızları ülkeye gelirken rakiplerimiz ağızlarının sularını akıtarak bizlere imreniyordu(kıskanıyordu). Sezonun ikinci yarısına da fırtına gibi giriyorduk, önce Buca'ya kendi sahamızda 5 tane atıyorduk ardından ise Trabzon'u eze eze yeniyorduk. Kıskançlığı alışkanlık hâline getiren bazıları ise her zaman olduğu gibi bu durumu kendilerine yediremiyor ve basketbol maçlarında bile Beşiktaş'a küfretme küçüklüğünü gösteriyorlardı.
Geçtiğimiz sene bizi ve Galatasaray'lıları aynı kefeye koyup bukalemun yakıştırmasında bulunan taraftar topluluğu şimdilerde Galatasaray taraftarıyla aynı besteleri söyleyip aynı küfürleri edip aynı hisleri paylaşıyordu. Şimdi kim bukalemun olmuştu acaba ? Ne diyordu siz Fenerbahçe'liler ; Deja Vu !
Gelelim hakem meselesine... Bazıları kendi başkanlarına bakmadan saçma sapan eleştirilerde bulunuyor. Bu saçma eleştirileri yapanlar ya Beşiktaş maçlarını izlemiyor ya da at gözlükleriyle bakıyor olaya.
Ligin ikinci yarısıyla birlikte nedense aleyhimizde saçma sapan hakem hataları yapılmaya başlandı. İBB maçında, ingilizce'yi bile doğru dürüst anlayamayan hakemlerimiz genelde ispanyolca konuşan Schuster'i, küfretti diye tribüne yollarken kamuoyu sessiz kaldı. Aurelio'nun istem dışı yaptığı bir müdahale yüzünden oyundan atılmasını es geçtiniz hadi, ama Schuster'in oyundan atılması ? Hangi mantıkla, hangi kafayla oyundan atıldı Schuster ? Neyse tamam bunu sineye çektik diyelim... Peki Karabük maçında yaşanan saçma sapan hakem hataları ? Zaten sene başından beri kasaplara gösterilen tahammül yüzünden bıçak kemiğe dayanmıştı, Karabük maçının ardından da doğal olarak bir patlama yaşandı. Hatırlarsınız Dünya Kupasında İngiltere'nin Almanya maçındaki golü verilmemiş ve o verilmeyen gol yüzünden İngiltere kupa dışında kalmıştı. Maçtan sonra İngilizler ortalığı nasıl velveleye vermişti, hepimiz görmüştük.
Zamanlaması her ne kadar yanlış olsa da Serdal Adalı her kulüp yetkilisinin yapacağı türden açıklamalar yaptı. İçinden cımbızla çekilerek alınıp kullanılan bazı laflar hariç Türkiye standartlarında normal bir açıklama yaptı, ama gelin görün ki bu başkaldırma bazılarını rahatsız etti. Başkanı Aziz Yıldırım olan bir takımın taraftarından geldi en çokta tepkiler... Kendi tarihlerine, kendi geçmişlerine bakmadan bizi ağlayan kulüp ambalajına sığdırmaya çalıştılar. Kendi kulüp başkanlarının hakemler üstündeki vesayetini görmeyerek bizim takımımıza gereksiz ithamlarda bulundular. Şunu söylemek istiyorum. Beşiktaş, dünyanın en iyi yönetilen kulübü değil. Hatta bu konuda dünya sonunculuğunu bile kovalayabiliriz ! Ancak unutmayın Beşiktaş 108 yıllık bir çınar ve yine unutmayın o 108 yıllık çınarın arkasında dünya birinciliğini zorlayacak bir taraftar topluluğu var. Velhasıl, içecek ayranı olmayanlar tahderevanla gelmesinler yanımıza zira çok komik oluyorsunuz. ''Karabük'ün net penaltısı verilmedi yæææ'' türünden ağlamalarla eyyama çanak tutan elitist bakış açılarıyla bir yere gelemezsiniz. Basketbol maçlarında Beşiktaş'a küfrederek de bir yerlere gelemezsiniz. Beşiktaş o kadar büyük bir kulüp ki hiç biriniz onu sindiremezsiniz !
Tam da bu noktada, daha henüz yazıya başlamayanlara bir uyarıda bulunmak istiyorum. Bu yazı tamamen Beşiktaşlı kimliğimle yazdığım bir yazı, o yüzden benden objektiflik felan beklemeyin.
Sene başını hatırlarsınız. Yaralı ceylan ; Fenerbahçe şampiyonluğu son haftada acı bir şekilde kaybetmiş ve bunun verdiği gazla da abuk subuk transferler yapmaya başlamıştı. Stoch, Niang, Dia gibi Avrupa'nın ikinci sınıf topçularına milyon dolarlar döküp, patlama yapmaları beklenmişti. Beşiktaş ise, geçtiğimiz senelerde yaptığı transferlerden ders çıkarmış olacak ki, transfer stratejisini değiştirip ''Avrupa'da isim yapmış topçuları'' ülkeye getirmeye başlamıştı. Yani bir bakıma Fenerbahçe'nin önceki senelerde güttüğü ülkeye yıldız getirme(güiza, kezman) politikası uygulanıyordu transferde.
Bu transfer politikasının oluşmasındaki en önemli kişi ; Serdal Adalı idi elbet. Transfer komitesi başkanı olarak elinden geleni yaptı yıldızların Beşiktaş'ı seçmesi için. Şimdilerde hakkında ''dünkü çocuk'' yorumlarına nispet yaparcasına yıldızları birer birer Beşiktaş'a kazandırdı. Guti, geçenlerde katıldığı bir televizyon programında Serdal Adalı için ; ''O burada olmasaydı, Beşiktaş'a gelmezdim'' tarzında bir cümle kurmuştu hatırlarsınız belki. Aslında sadece o cümleden bile çıkarabiliriz, Serdal Adalı'nın Beşiktaş için ne kadar değerli bir yönetici olduğunu. Yıllardır fotomaç, fotogol gibi hayal satan gazetelerin arada bir gerçekleştirmek için sarf ettikleri Mansimov hamlesi, bir bakıma Serdal Adalı ile gerçekleşmiş oluyordu Beşiktaş'ta...
Beşiktaş, dünyaca ünlü yıldızlarıyla sezon başında fırtınalar estirirken Fenerbahçe ve Galatasaray ise oturup kendi dertlerine yanma modundaydılar. Galatasaray, total futbol türküsüne daha fazla dayanamayıp Rijkaard'ı göndermiş, Fenerbahçe ise Aykut Kocaman'dan kurtulmanın yollarını aramaya başlamıştı. Tam da bu ortamda, kamuoyunda gereksiz bir ''Beşiktaş antipatisi'' oluşmaya başlamıştı nedeni bilinmez bir şekilde... Aslında ''neden'' gayet iyi biliniyordu.
Bir düşünelim... Ligdeki en iyi kadro kimdeydi ? Beşiktaş'ta. Ligdeki en iyi teknik direktör kimdeydi ? Beşiktaş'ta. Fenerbahçe ve Galatasaray'ın ''köy takımları''na elenerek oynayamadığı Europa League'de ülkeyi kim temsil ediyordu ? Beşiktaş. Ligde en göze hoş gelen topu kim oynuyordu ? Beşiktaş. En iyi tribün ve taraftar kimdeydi Beşiktaş'ta... Evet, bu ve buna benzer ''en''lerle başlayan tüm cümlelerin sonunda Beşiktaş ismi mutlaka geçiyordu. Tüm bu ''en''ler Beşiktaş'tan nefret etmek için insanlara olanaklar tanıyordu.
Bu olanakları iyi değerlendiren bazı gruplar, bu nefreti somut bir şeylere dönüştürme çabasındaydılar. Önce Galatasaray'lı bir grup zeka küpü tribüncü tarafından saçma sapan bir tezahürat buluyor ve bunu tribünlerde söylemeye başlıyordu. Beşiktaş'a karşı nasıl bir nefret beslenildiğini kanıtıydı bu aslında. Bazıları, bazı olayları yediremiyorlardı kendilerine. Küme düşme potasında olan takımlarından kaynaklanıyordu herhalde bu... O tezahürat ortaya çıktıktan bir kaç hafta sonra oynanan derbide Beşiktaş, Cim BOM BOM'u -rezerv takımıyla- deyim yerindeyse kanırta kanırta yeniyor, Ali Sami Yen'de ki son derbide alkışlanan takım Beşiktaş oluyordu.
İlk yarıyı pek iyi bir yerde bitiremiyorduk maalesef, bunda en büyük etken yaşanan sakatlıklardı kuşkusuz. öhöm öhöm DARBEYE BAĞLI YAŞ.. öhöm öhöm. Derken, transfer sezonu açıldı Beşiktaş politikasını değiştirmeyerek aynı şekilde oyuncu alımını sürdürdü. Almeida, Fernandes ve Simao gibi dünya yıldızları ülkeye gelirken rakiplerimiz ağızlarının sularını akıtarak bizlere imreniyordu(kıskanıyordu). Sezonun ikinci yarısına da fırtına gibi giriyorduk, önce Buca'ya kendi sahamızda 5 tane atıyorduk ardından ise Trabzon'u eze eze yeniyorduk. Kıskançlığı alışkanlık hâline getiren bazıları ise her zaman olduğu gibi bu durumu kendilerine yediremiyor ve basketbol maçlarında bile Beşiktaş'a küfretme küçüklüğünü gösteriyorlardı.
Geçtiğimiz sene bizi ve Galatasaray'lıları aynı kefeye koyup bukalemun yakıştırmasında bulunan taraftar topluluğu şimdilerde Galatasaray taraftarıyla aynı besteleri söyleyip aynı küfürleri edip aynı hisleri paylaşıyordu. Şimdi kim bukalemun olmuştu acaba ? Ne diyordu siz Fenerbahçe'liler ; Deja Vu !
Gelelim hakem meselesine... Bazıları kendi başkanlarına bakmadan saçma sapan eleştirilerde bulunuyor. Bu saçma eleştirileri yapanlar ya Beşiktaş maçlarını izlemiyor ya da at gözlükleriyle bakıyor olaya.
Ligin ikinci yarısıyla birlikte nedense aleyhimizde saçma sapan hakem hataları yapılmaya başlandı. İBB maçında, ingilizce'yi bile doğru dürüst anlayamayan hakemlerimiz genelde ispanyolca konuşan Schuster'i, küfretti diye tribüne yollarken kamuoyu sessiz kaldı. Aurelio'nun istem dışı yaptığı bir müdahale yüzünden oyundan atılmasını es geçtiniz hadi, ama Schuster'in oyundan atılması ? Hangi mantıkla, hangi kafayla oyundan atıldı Schuster ? Neyse tamam bunu sineye çektik diyelim... Peki Karabük maçında yaşanan saçma sapan hakem hataları ? Zaten sene başından beri kasaplara gösterilen tahammül yüzünden bıçak kemiğe dayanmıştı, Karabük maçının ardından da doğal olarak bir patlama yaşandı. Hatırlarsınız Dünya Kupasında İngiltere'nin Almanya maçındaki golü verilmemiş ve o verilmeyen gol yüzünden İngiltere kupa dışında kalmıştı. Maçtan sonra İngilizler ortalığı nasıl velveleye vermişti, hepimiz görmüştük.
Zamanlaması her ne kadar yanlış olsa da Serdal Adalı her kulüp yetkilisinin yapacağı türden açıklamalar yaptı. İçinden cımbızla çekilerek alınıp kullanılan bazı laflar hariç Türkiye standartlarında normal bir açıklama yaptı, ama gelin görün ki bu başkaldırma bazılarını rahatsız etti. Başkanı Aziz Yıldırım olan bir takımın taraftarından geldi en çokta tepkiler... Kendi tarihlerine, kendi geçmişlerine bakmadan bizi ağlayan kulüp ambalajına sığdırmaya çalıştılar. Kendi kulüp başkanlarının hakemler üstündeki vesayetini görmeyerek bizim takımımıza gereksiz ithamlarda bulundular. Şunu söylemek istiyorum. Beşiktaş, dünyanın en iyi yönetilen kulübü değil. Hatta bu konuda dünya sonunculuğunu bile kovalayabiliriz ! Ancak unutmayın Beşiktaş 108 yıllık bir çınar ve yine unutmayın o 108 yıllık çınarın arkasında dünya birinciliğini zorlayacak bir taraftar topluluğu var. Velhasıl, içecek ayranı olmayanlar tahderevanla gelmesinler yanımıza zira çok komik oluyorsunuz. ''Karabük'ün net penaltısı verilmedi yæææ'' türünden ağlamalarla eyyama çanak tutan elitist bakış açılarıyla bir yere gelemezsiniz. Basketbol maçlarında Beşiktaş'a küfrederek de bir yerlere gelemezsiniz. Beşiktaş o kadar büyük bir kulüp ki hiç biriniz onu sindiremezsiniz !
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)