Eskiden doğalgaz kullanmak lükstü, kaloriferli dairede oturan herkes kendini ayrıcalıklı ve modern sanardı şovbenli evde oturana nazaran. Aslında hiçbir fark yoktu iki dairede oturanlar arasında, onları birbirinden ayıran tek özellik doğalgaz adını verdiğimiz yeni nesil enerji kaynağı diye mottolanan fosil yakıttı.
Yıllar geçti ; büyük şehirlerde oturanların çoğu kombi edinip doğalgaza geçti. Birden herkes modernleşti derken... Olmadı, kimse modernleşmedi. Herkes neyse o olmaya devam etti. Sadece insanların emlak envanterine evleri için yazacakları yeni bir vasıf eklendi. Doğalgazlı ev sayısının artması bir tek tüpçü ve kömürcülere yaramadı. Çoğu kepenkleri kapatmak zorunda kaldı. Kömürcüler seçim zamanında köşeyi dönseler de, tüpçüler bir bir kapanmaya başladı. İnsan tüketir, kullanır. Zamanla bıkar, bırakır. Belki de doğalgazdan tüpe geçişin bir sebebi de budur.
Tüpçülük, tozlu tarih sayfalarının en boktan yerlerine gömülürken Beşiktaş'ın başına bir tüpçü geçti. Herkes Mersin'e gidiyordu ya hani... İşte Beşiktaş, Mersin'den vazcayıp ters istikamate doğru yol almaya başlamıştı. Herkes doğalgaza geçmişken, Beşiktaş nostalji takılıp tüpü seçmişti. Ne kadar saçma demi ? İnsan zamanla tükettiklerinin esiri olur diyordu Fight Club'ta Tyler Durden. Bunları derken acaba hiç düşünmüş müydü işin dozajının kaçacağını ? Mesela ; tükettiklerimizin bizi tüketmekle kalmayıp ırzımıza geçene kadar bizi sömüreceğini hiç aklına getirmiş miydi ?
Beşiktaş'ın içinde bulunduğu durum Fight Club alıntıları ile açıklanamayak kadar kötü. Zira tüpçü ar - namus demeden kulübün ırzına geçmekte. İşin ilginci bu tutum çoğu taraftar tarafından kabullenilmiş, artık takmıyorlar bile. Hatta zaman zaman bu aymazlık kendini ''Stockholm Sendromu''na dönüştürüyor...
Bizim taraftarlık anlayışımız çok başka. Bizde taraftar demek sürü olmak demek. Taraftarlığı sürüden ayıran tek nokta ; herkesin kendi çobanlığını yapıyor olması. En büyük benzerlikleri ise bu iki güruhun içinde bulunan elemanlarının birbirinden çok çabuk etkileniyor oluşu. Örneklere dalalım hemen. Bir koyun sürüsü hayal edin... Tüm koyunlar yemyeşil çayırlarda otlanıp karınlarını doyuruyorlar, ama birden içlerinden bir tanesi huzursuzlanıyor. Bir çakal görmüş olmalı ki kaçıyor, diğer tüm sürü de bunu görüp o koyunun peşinden gidiyor. Sonuç olarak tüm koyun sürüsü çakaldan kaçarken uçurumdan aşağıya düşüp telef oluyor. İşin ilginci ortalıkta çakal felan da gözükmüyor. Meğersem kaçan koyunun gördüğü şey çakal değilmiş, sadece bir çalıymış. Taraftarlık da böyle. Stadyuma gelen taraftar genelde etrafındakilere uyar. Tezahürat başlar, o katılır yanındakilere. Söylediklerinin altında anlam aramaz, sadece söyler. Bilmez söylediği lafın nereye gittiğini, bilmez yanındakinin belki de onu ve çok sevdiği takımını uçuruma sürüklediğini.
Çok değil iki - üç sene önce Beşiktaş tribünlerinin diline pelesenk olmuş bir tezahürat vardı. ''Yeter Yıldırım Demirören'' diye başlayan bu tezahürat sorgusuz - süalsiz tribündeki her birey tarafından iştirak edilerek söyleniyordu. Çoğu insan sorgulamıyordu bu durumu, sırf yanındaki adam söylüyor diye o da katılma ihtiyacı duyuyordu sebepsizce. Tribünü bir arada tutan ortak payda bu olmuştu o zamanlar, ama aradan zaman geçti bu tezahürat unutuldu. Üstte bahsettiğim Stockholm Sendromu devreye girdi bu noktada. İki tane yıldız geldi diye ''Şımart bizi, çıldırt bizi başkan'' moduna geçti herkes. ''Yeter Yıldırım Demirören''den ''Şımart bizi, çıldırt bizi başkan''a geçiş traftarın güdülen bir sürü olduğunun en büyük kanıtıdır zannımca. Genelde anarşist duruşumuzla övünürüz biz... Ama şu son yıllarda yaşanan renk değişimi bu anarşist duruşun ne denli zarar gördüğünün bir göstergesidir.
Cehalet insanlığın en büyük düşmanıdır. İnsanın gözünün önüne çekilmiş bir bant gibidir cehalet, tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Düşünsenize yokuş aşağıya giden bir arabayı gözünüzde bir bant ile kullandığınızı. Azraile VIP kontenjanından davetiye vermek gibi bir şey olur demi bu ? İşte bizim de şu an için yaşadığımız durum bu. Cahiliz hepimiz. Gözümüzün önündeki banttan ne zaman kurtulursak ancak o zaman düzlüğe çıkabiliriz. Zira vaziyet kötü, bir an önce bir şey yapmazsak araba şarampolden aşağıya yuvarlanabilir.
Hee bu arada ; YETER !
Bizim taraftarlık anlayışımız çok başka. Bizde taraftar demek sürü olmak demek. Taraftarlığı sürüden ayıran tek nokta ; herkesin kendi çobanlığını yapıyor olması. En büyük benzerlikleri ise bu iki güruhun içinde bulunan elemanlarının birbirinden çok çabuk etkileniyor oluşu. Örneklere dalalım hemen. Bir koyun sürüsü hayal edin... Tüm koyunlar yemyeşil çayırlarda otlanıp karınlarını doyuruyorlar, ama birden içlerinden bir tanesi huzursuzlanıyor. Bir çakal görmüş olmalı ki kaçıyor, diğer tüm sürü de bunu görüp o koyunun peşinden gidiyor. Sonuç olarak tüm koyun sürüsü çakaldan kaçarken uçurumdan aşağıya düşüp telef oluyor. İşin ilginci ortalıkta çakal felan da gözükmüyor. Meğersem kaçan koyunun gördüğü şey çakal değilmiş, sadece bir çalıymış. Taraftarlık da böyle. Stadyuma gelen taraftar genelde etrafındakilere uyar. Tezahürat başlar, o katılır yanındakilere. Söylediklerinin altında anlam aramaz, sadece söyler. Bilmez söylediği lafın nereye gittiğini, bilmez yanındakinin belki de onu ve çok sevdiği takımını uçuruma sürüklediğini.
Çok değil iki - üç sene önce Beşiktaş tribünlerinin diline pelesenk olmuş bir tezahürat vardı. ''Yeter Yıldırım Demirören'' diye başlayan bu tezahürat sorgusuz - süalsiz tribündeki her birey tarafından iştirak edilerek söyleniyordu. Çoğu insan sorgulamıyordu bu durumu, sırf yanındaki adam söylüyor diye o da katılma ihtiyacı duyuyordu sebepsizce. Tribünü bir arada tutan ortak payda bu olmuştu o zamanlar, ama aradan zaman geçti bu tezahürat unutuldu. Üstte bahsettiğim Stockholm Sendromu devreye girdi bu noktada. İki tane yıldız geldi diye ''Şımart bizi, çıldırt bizi başkan'' moduna geçti herkes. ''Yeter Yıldırım Demirören''den ''Şımart bizi, çıldırt bizi başkan''a geçiş traftarın güdülen bir sürü olduğunun en büyük kanıtıdır zannımca. Genelde anarşist duruşumuzla övünürüz biz... Ama şu son yıllarda yaşanan renk değişimi bu anarşist duruşun ne denli zarar gördüğünün bir göstergesidir.
Cehalet insanlığın en büyük düşmanıdır. İnsanın gözünün önüne çekilmiş bir bant gibidir cehalet, tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Düşünsenize yokuş aşağıya giden bir arabayı gözünüzde bir bant ile kullandığınızı. Azraile VIP kontenjanından davetiye vermek gibi bir şey olur demi bu ? İşte bizim de şu an için yaşadığımız durum bu. Cahiliz hepimiz. Gözümüzün önündeki banttan ne zaman kurtulursak ancak o zaman düzlüğe çıkabiliriz. Zira vaziyet kötü, bir an önce bir şey yapmazsak araba şarampolden aşağıya yuvarlanabilir.
Hee bu arada ; YETER !