Herkese eski yılda yaşadıklarının, daha güzellerini yeni yılda yaşaması dileğiyle. İyi ve SpeKüLaTiF SeNeLeR...
Michael Jordan, Nicolas Anelka, Kun Agüero, Iker Muniain, Damien Le Tallec, Christian Eriksen, Eden Hazard, Milan Badelj, Hugo Lloris, Roger Federer, Kevin Durant, Russell Westbrook, James Harden, Derrick Rose, OJ Mayo, Chuck Eidson, Dimitris Diamintidis, Robertas Javtokas, Milos Teodosic ve daha niceleri...
Perşembe, Aralık 31, 2009
Çarşamba, Aralık 30, 2009
Son 10 Yılın En İyi 11'i ...
Herkes tutturdu son 10 yılın 11'i diye ; alın işte size son 10 yılın en iyi 11'i ! Açılış konuşması biraz iddialı oldu ama backgroundun FM 2008'den alıntı olduğu göze alınmalı ve biraz dandik olduğu kabul edilmeli ( xD). Bazı arkadaşlar son 10 yıl yerine, son 2 - 3 yılın en iyi 11'ini yapmışlar, ama olsun o da güzel. Bu kadroya Messi, C. Ronaldo, Luis Figo, Nesta, Raul, Henry, Del Piero, Barthez, Totti ve adını daha sayamadığım birçok yıldız eklenebilir, ama son 10 yılda yaptıklarıyla sanırım en iyi kadro bu...
Cumartesi, Aralık 26, 2009
Bu KoLa'nın Gazı Nasıl Kaçtı ? FiNaL SeZoNu...
2004 - 2005 sezonuna dönelim. O zamanlar hatırlayacağımız üzere koç İhsan Bayülken yönetiminde sezona başlamıştı Beşiktaş. Basketbolumuzun en zevkli oynandığı yıllardı. Maçların ATV gibi iyi raitinglere sahip bir kanal tarafından yayınlanıyor olması bunun en büyük kanıtıydı. Genelde ana haber öncesi yayınlanan maçları Murat Murathanoğlu ve İsmet Badem yorumluyor, bu ikili özellikle Akatlar Spor Salonundaki maçları kendi deyimleriyle anlatmaya bayılıyolardı. O zamanlar Akatlar tam anlamıyla gelen her takım için cehennem oluyor, Beşiktaş'ın iç sahada bileği bükülmüyordu. Play-offlar dahil tüm bir sezonda iç sahada sadece 4 mağlubiyet alması bunun en büyük göstergesiydi.
Biraz kadrodan bahsetmek gerekirse, 2003 - 2004 sezonundaki kadrodan bir kaç oyuncu hariç hepsiyle yollar ayrılıyor, tam anlamıyla çekirdek elde tutularak yepyeni bir yapılanmaya gidiliyordu. Takımın kaptanlığını bir dönem Fenerbahçe forması giymiş Tolga Tekinalp yaparken, liderlik görevi ise Khalid El-Amin'e verilmişti. Beşiktaş'ın o sezonki en büyük transferi kuşkusuz Ratko Varda idi. Varda her ne kadar bir maçlıkta olsa NBA tecrübesine sahip, Partizan gibi bir ekolden gelen 2.16'lık dev boyuna rağmen dışarıdan şutu olan bir pivottu. Her ne kadar egoist yönleri olsa da Beşiktaş taraftarının sevgililerinden birisi haline gelmişti o sezon. Takımın diğer yabancılarını saymak gerekirse ; bir dönem Telekom forması giymiş olan Thomas Ellis, sezon ortasında gönderilen Albert Mouring ve onun yerine alınan Avustralya'lı Brett Maher. Khalid El-Amin ve Ratko Varda dışında istikrarlı skoreri olmayan takımda saman alevi misali mutlaka her maçta süpriz bir skorer çıkardı. Bunların başında 9 sezon Beşiktaş forması giyen Nedim Yücel, ceza şutlarıyla ünlü ve kısa forvet olmasına rağmen 2 metrelik boyuyla göze çarpan Bekir Yarangüme ve büyük tecrübe Haluk Yıldırım gibi yerli yıldızlar geliyordu.
Sezona sponsorsuz giren Beşiktaş sezonun ortasına doğru MAS DAF ile anlaşma yaparak finansal olarak da rahatlıyordu. Khalid El-Amin önderliğindeki takım ise Avrupa'da da iyi gidiyor ve FIBA Avrupa Liginde çeyrek finale kadar çıkıyordu. Çeyrek finaldeki rakibi Fenerbahçe olan Beşiktaş ilk maçı kaybedip, evindeki maçı ise kazanarak durumu 1-1'e getiriyordu. Abdi İpekçi'deki son maçı ise Fenerbahçe kazanıyor ve Final Four'a kalan ekip oluyordu. Tüm bunlar yaşanırken Ligde'de Beşiktaş düşüşe geçiyordu. Son 9 maçın 7'si kaybedilince ve bunun üstüne Fiba Avrupa Liginden de elenilince İhsan Bayülken istifa ediyordu, istifa ettiği günde babasını kaybetmişti hatırlayacağınız üzere. Yeni koç arayışına giren Beşiktaş aradığı ismi yine içeriden buluyordu ve menajer Burak Bıyıktay'ı koçluğa getiriyordu.
TBL'nin son haftasında Burak Bıyıktay ilk koçluk tecrübesini yaşıyor ve yıldızlar topluluğu olarak adlandırabileceğimiz Ülker'i mağlup ediyordu. Başarılarla geçen sezon 3. sırada noktalanıyor ve Play-offlarda sezonu 6.bitiren Tuborg ile karşılaşılıyordu. Tuborg'u eze eze geçen Beşiktaş'ın yarı finaldeki rakibi ise Ülkerspor oluyordu. Hayatım boyunca saçmalığı yüzünden hiç sevmediğim ''avans kuralı'' sayesinde Beşiktaş, Ülker serisine 1-0 önde başlıyor ve evindeki ilk maçı da Khalid El-Amin'in son saniye üçlüğü ile kazanarak ne olduğunu anlamadan bir anda 2 - 0 öne geçiyordu. Sudan çıkmış balığa dönen Ülkerspor'un Abdi İpekçi'de kazandığı maç ise sadece seriyi uzatıyordu. Son maçı ise Kerem Tunçeri'nin berbat oyunuyla kazanarak tarihte ikinci defa finale kalıyordu Beşiktaş. Hatırlatalım ilkinde şampiyon olmuştu Beşiktaş (1974 - 1975). Finalde ise Beşiktaş karşısında Henry Domercant'li , Willie Solomon'lu Efes Pilsen vardı. Final serisinin ATV'nin pilot kanalı Kanal 1'den yayınlanacak olması başta zaten herkesi gıcık etti. Çünkü Kanal 1 yeni bir kanaldı ve lanet olası uydu alıcıları göstermiyordu ! Yayıncılık konusu bu kadar düşmüşken NBA TV'nin seriyi yayınlamak istemesini de acayip garipsemiştim ama ne oldu ne bitti bilmiyorum NBA TV maçları yayınlamamıştı. Neyse seriye geri dönelim. İlk maçın 4.çeyreğine Beşiktaş 3 sayılık üstünlükle girmesine rağmen son periyotta, ''Allah razı olsun'' müthiş bir savunma performansı sergileyerek 8 sayı fark yiyince Efes seride 1-0 öne geçti. 2. maçta ise Beşiktaş müthiş bir ilk yarı oynarak maçı kafalarda bitirdi, ama sadece kafalarda. İlk yarıda 21 sayı fark atınca ikinci yarıyı oynamak yedeklere kaldı. Gerek yedeklerin oynaması gerek farkın verdiği rehavet yüzünden son çeyrek yine müthiş bir savunma sergileyen Beşiktaş farkın 13 sayı birden düşmesini resmen seyretti ! 2 dakika daha oynansaydı resmen maçı Efes alıcaktı. 3. ve 4. maçların bitmesi için resmen dua eden Beşiktaş'lı oyuncular hayal kırıklığı yaratarak seriyi ve sezonu tamamladılar. Böylece iyi başlanan sezon acıklı bir şekilde sonlanıyordu Beşiktaş için...
Bir sonraki yazıda takımın önlenemez düşüşüne göz atacağız...
Kobe vs Cavs
Maç beklenenden geç başlıyınca buna bağlı olarak da geç bitti. Geç bitmesine bağlı olarakta bizi hakikaten uykusuz bıraktı. Daha yeni yeni uyanıyoruz. Neyse saçma sapan uyku muhabbetimizi bir kenara bırakırsak maça dönelim.
NBA Christmas Special adı altında ESPN bize Lakers - Cavs maçını verceğini duyurmuştu, ama nedense maç Kobe ile Cavs maçı gibi geçti. İlk periyotun ilk dakikalarında Lakers üstündü ama bu 4 dakika sürdü. Ilgauskas , Hickson değişikliğiyle oyuna hükmeden taraf Cavs oldu. Özellikle ilk 4 dakikadan sonra Lakers'ın en büyük silahı denilen pota altının çökmesi sebebiyle Shaq, Lakers pota altını domine etmeye başladı. Smaç manyağı yapılan Lakers potasının isyanını duyan Zen Master Bynum, Odom değişikliğini yaptı. Bu değişikliğin bir faydası olmadı çünkü Mike Brown'da karşılık vererek hiç hazzetmediğim Anderson Varejeo'yu oyuna soktu. Varejeo ortalığı karıştırarak pota altında iyi işler çıkardı ve kendisinden beklenmeyecek atışlar yaparak ''Noel balığı'' ünvanını aldı.
Lakers hücumuna geçersek Kobe Bryant maça çok iyi başladı, fakat ona yardım edecek biri çıkmayınca bütün yük onun üstüne kaldı. LeBron ve Cavs hücumuna geçersek orada da tam tersi bir durum vardı. LeBron takım oyununa katkıda bulunarak iyi bir çizgide oynadı. Bir ara Artest'in savunmasından bunalsa da arkadaşlarını iyi besledi. Mo Williams ise kafasına taş düşmüş gibi oynadı. Müthiş bir oyun kurucu performansı sergiledi ve amiyane tabirle Fisher'ı denize döktü. Zaman zaman Fisher ve Kobe'nin bana göre kasti faullerine maruz kalsa da yılmayarak mücadele etti ve maçın yıldızı oldu. Cavs'ın diğer etkili isimlerine bakarsak kuşkusuz onlardan birisi Delonte West idi. Hani ''anlatsam roman olur'' diye bir tabir vardır ya işte bu durum West için geçerli. Kenardan gelerek çok iyi işler çıkardı ve farkın açılmasındaki en büyük etkenlerden birisiydi. İlk yarının sonlarına doğru Lakers'ın farkı düşürdüğü anlarda sahada olabilseydi daha farklı olabilirdi. Hücumun diğer yüzü ise Moon'du. Son anlarda takımın skor yükünü çekerek koça inceden bir mesaj verdi. Savunma yönüne geçersek; Artest, LeBron'u savunmak için elinden gelen herşeyi yaptı. Bir ara başarılı gibi oldu ama daha sonrasında dağıldı. Kobe her zaman ki gibi hücum da olduğu kadar savunmaya da konsantre olmuştu. Çok hırslı ve hırçın bir savunma yaptı. Pota altı zaten şenlikti o yüzden hiç yazmaya değmez ! Cavs ise müthiş bir savunma anlayışı ile sahaya çıkmıştı. Mike Brown geçen seneden ders alarak bu kez daha farklı bir savunma anlayışıyla ortaya çıktı. Olayın mantığı şu ; Lakers pota altını durdurup, hücumda bütün yükü Kobe'nin omuzlarına vermek. Zaten Kobe dışında bir atıcısı olmayan Lakers'ı durdurmanın en iyi yolu buydu. Zen Master bir ara Vujacic'i denedi ama başarılı olamadı. Merak ettiğim diğer bir konu ise takımdaki şutör görevini üstlenmeye çalışıp o mevkiyi rezil rüsva eden bir Vujacic yerine, neden Adam Morrison düşünülmüyor. Garip bir durum.
Biraz da hakemlerden bahsedelim. Hakemler tek kelimeyle berbattı. Maçın özel olduğu kanısına varıp bir play-off maçı yönetir gibi gözüktüler, ama sadece gözüktüler. Kobe'ye yapılan faulleri es geçtiler, Mo Williams'a yapılan hareketleri görmezden geldiler, saçma sapan olaylara düdük çaldılar. Tüm bunlardan mıdır , yoksa takımın berbat oyunundan mıdır bilinmez Lakers seyircisi de çıldırıp sahaya sünger benzeri cisimler atmaya başladılar. Arada bir kaç su sişeside yollamayı ihmal etmediler. Tüm bunlar olurken Lamar Odom isimli ''ben yıldızım'' diye geçinen traktörde saçma sapan fauller yapıp hem salondaki seyircileri hem de ekranlarının başında gece 3'e kadar maçı izlemeye göze almış bizleri çileden çıkardı. Cavs ne zaman ribaunt alsa gidip faul yapan daha başka bir adam var mı ligde ? Allah'tan oyundan atıldı da kurtulduk.
Toparlamak gerekirse maçın ''bidonu'' olarak Bynum'u seçtik. Maçın yıldızı Mo Williams olurken Cavs'in Lakers potasını kırarcasına yaptığı smaçları izlemenizi öneriyor ve yazıyı noktalıyoruz.
Pazar, Aralık 20, 2009
Rafa Benitez'li Liverpool'u Uçuruma Götüren 10 Olay
1. 28 yaşındaki Robbie Keane'nin 19 milyon Pounda alınması, 19 maç oynatıldıktan sonra zararın neresinden dönersen kardır mantığıyla Totenham'a 12 milyon Pounda geri verilmesi.
2. İstanbul'daki Şampiyonlar Ligi finalinde Milan'ı yenmeleri ve o maçtan sonra Ancelotti'nin bedduasını almaları. 2005'de Şampiyonlar Ligi'ni aldıktan sonra sadece 3 kupa (UEFA Süper Kupası - 2005, FA Cup - 2006 ve Community Shield - 2006 ) alabildiler.
3. 2007 - 2008 sezonu öncesi Robbie Fowler , Luis Garcia , Djibril Cisse , Jerzy Dudek ve Craig Bellamy gibi yıldızların yollanması. Yerlerine Ryan Babel , Yossi Benayoun , Lucas , Andriy Voronin gibi vasat futbolcuların uçuk fiyatlara alınması. Böylece zaten az olan yıldız sayısının iyice düşürülmesi.
4. Aston Villa'nın kaptanı Gareth Barry'yi almak amacıyla Xabi Alonso'nun başka kulüplere önerilmesi, böylece Xabi Alonso'nun küstürülmesi.
5. 2008 - 2009 transfer sezonunda kadroya Andrea Dossena ve Diego Cavallieri gibi şuan kadroya giremeyen isimlerin alınması ve zaten Fernando Torres alınırken küstürülen Peter Crouch'un Porstmouth'a satılması.
6. John Arne Riise'nin Roma'ya satılması, sol bekin Fabio Aurelio ve genç Emiliano İnsua'ya emanet edilmesi.
7. Sami Hypia'nın kontratının yenilenmemesi ve defansa 31 yaşındaki Kyrgiakos alınarak zaten vasat olan defans hattının iyice şenlikli bir hale getirilişi.
8. Xabi Alonso Real Madrid'e 30 milyon pounda satılırken ondan gelen 17 milyon poundu sakat olan Alberto Aquailani'ye dökmeleri. Üstelik o dönemde daha kaliteli bir oyuncu alabilecekken.
9. Rafa Benitez'in takımı eski öğrencileriyle ve İspanyollarla doldurması.
10. Rafa Benitez'in, Fernando Torres'in satılması durumunda takımdan ayrılacağını söyleyerek kulübe olan bağlılığını göstermesi !!!
Cuma, Aralık 18, 2009
Genç Kaptanlar # 4
Francesc Fabregas : Babası da futbolcu olan Cesc futbola Barcelona'da başladı. İspanya U-17 takımıyla Dünya Şampiyonasında ikincilik yaşadı. Aynı zamanda o turnuvanın gol kralı olarak altın ayakkabıyı ve turnuvanın en değerli oyuncusuna verilen altın top ödülünü kazandı. Çok istediği Barcelona'nın A takım formasını belki giyemedi ama genç yaşında Arsenal'e transfer olarak büyük bir sükse yaptı. Arsenal formasını ilk kez 2003 yılında Rotherham United'la oynanan Lig Kupası maçında giydi. O maçta forma giyerek Arsenal tarihinin forma giyen en genç oyuncusu ünvanını kazandı. Takımının 2006 Şampiyonlar Liginde final oynamasına katkıda bulundu. Aynı yıl UEFA yılın takımına seçildi. Aynı zamanda da İngiltere'de yılın genç futbolcusu seçildi. 2008-2009 sezonunda Gallas'ın takım kaptanlığından alınmasının ardından 1. kaptan oldu. (Patrick Vieria zamanında onun kaptan olması gerektiğini söylemişti.) En büyük hayali Barcelona takımının ''4'' numarası olabilmek. Fakat şuan Arsenal'in ''4'' numarası ve oranın kralı...
Sporcuların Twitter Fotoğrafları
Steve Nash, her ne kadar uzun saç onun stili olsa da kısa saç ona daha çok yakışıyor ...
Her zaman kendisini dinazora benzetsemde ve saha içinde oynadğı bencilce oyunu beğenmesem de onun yaratıcı ve eğlenceli karakterine hastayım. Hala ilkokul çocuğu neşesinde !
Herhalde en ilginçi bu. Karşınızda San Antonio'dan DeJuan Blair...
Karşınızda Dünyanın en antipatik basketbolcusu. Ron ''Artist'' Artest...
Çok cikssin. Adamım Lamar Odom, Lakers'ın BraveHeart'ı.
Son günlerin en çok konuşulan ismi Colin Kazım Richards. Kaslarını hava atmak amacıyla gösterdiği için basın ve sporsev(meyen)lerin tepkisini çekmek için can atıyor.
Kim Clijters. Herhalde internetle en içli dışlı olan sporcu.
Bi de bana derler garip garip fotoğraflar çekiyorsun diye. Alın size Hasheem Thabeet.
İşte bir insanın egosunun tavan yaptığı an. Amar'e Stoudemire.
Michael Jordan. Basketbolu sevmemi sağlayan adam. Yüzüklere bak, hey maşallah.
Raketinin arkasını saklanmış Andy Roddick.
Pele bu çocuğu kendi varisi ilan etmişti. Malesef düşüşü yükselişinden daha çabuk oldu. Freddy Adu.
Hahaha. Muna Lee karizma. Tartan pistte daha iyi gözüküyon be hacı.
O müthiş İstanbul hayranlığıyla tanıdığımız Dee Brown ...
Çarşamba, Aralık 16, 2009
NBA Değerlendirmesi
Sezonun en şanssız takımlarından Portland Trail Blazers ile başlayalım. Batum , Outlaw derken Oden'da sakatlandı. Üstelik Oden sezonu kapadı, Batum ve Outlaw'ın sakatlıkları ise Oden'a nazaran daha iyi durumda. Özellikle Oden'ın sakatlığı sebebiyle bir takasa girişme ihtimalleri var. Etliye, sütlüye karışmayan sadece savunma yapan gerektiği zaman hücüm eden bir Dalembert onlara iyi gelebilir. Oyun kurucu mevkiisinde sıkıntı yaşayan 76ers'la takasa giderlerse onlar için daha hayırlı olur. Blake ve ya Miller'ı gönderebilirler ve ya üçlü bir takasda olabilir.Şu Bayless'ın oynaması gerekiyor. Potansiyel var çocukta.
Philadelphia'ya geçersek orada durumlar biraz karışık. Uzun bir mağlubiyet serisine(nihayet) son verdiler. Ivy yavaş yavaş kendine gelirken, Iguodala'da bir düşüş söz konusu. Özellikle Dalembert'e top kullandırtmamaları onlar için hayırlı olur. Çaylak Jrue Holiday'de de iyi bir backup PG potansiyeli var, iyi bir oyuncu olabilir. Çok atletik ve koşmayı seven bir takım, hücum oyununa yatkınlar fakat bunu oynatıcak PG yok. Ne A.I ne de Lou Williams bu düzeyde guardlar değil. Andre Miller'ı keşke tutabilselerdi.
Bir transfer dedikodusu dolanıyor ortalarda. Von Wafer'ın, Olympiacos'tan ayrılabileceği ve Memphis'e transfer olacağı söylenmekte. İyi bir 6.adam olabilir Memphis için. Ver eline topu sayı atsın !
Drafta gelirsek. Henüz #1 numara Blake Griffin'i izleyemedik. #2 numara Thabett ise süre alamıyor. Fakat buna rağmen Miami maçında 5 blok yapmayı başardı. #3 numara James Harden ise zaman zaman iyi maçlar çıkarıyor. Draftın en büyük sürprizi Brandon Jennings oldu, kesinlikle kimse ondan böyle bir performans beklemiyordu. Tyler Hansbrough'da kendisinden beklenmiyicek bir performans sergilemekte. NBA oyununa ayak uydurup uyduramayacağı soru işaretiydi fakat son maçlarda istatistiklerinde gözle görülür bir ilerleme var. DeJuan Blair, o da draftın sürprizlerinden birisi oldu. San Antonio geçen sene George Hill'de olduğu gibi yine turnayı gözünden vurdu. Fakat bir çelişki var. Hala isminin nasıl telafuz edileceğini öğrenemedik. DeJuan mı ?, Dehuan mı ? yoksa Dijuan mı ? Birisi beni bu konuda aydınlatırsa memnun olucam. Draft diyince Tyreke Evans'dan bahsetmemek olmaz. Bir oyuncu bir takımı ancak böyle değiştirir. Ligin en zayıf kadrosunu play-off potasına sokmak her yiğidin harcı değildir. Sacramento şu ana kadar bence ''gönüllerin şampiyonu'' unvanını hak etti. İnşallah bu çizgide devam ederler, yakışmıyor Kings'e lottary takımı olmak !
Phoenix'den bahsederek kapatalım. Tamam Phoenix iyi basketbol oynuyor, Amar'e biraz daha konsantre, Nash eski günlerinden kolajlar sunuyor ama bench yok ! Barbosa dışında göze çarpan bir isim yok. Nash'in yedeği geçen sene süre alamayan Dragic(Amerikalı spikerler Dracik demekte ısrarlı) gerçi iyi oynuyor ama yinede hala o seviyede değil. Dudleylerle felan olacak iş değil. Tucker'ın daha fazla süre alması lazım. Oynadığı zamanlarda iyi verim alınıyor fakat nedense Gentry onu oynatmıyor. Oynat şu çocuğu Gentry !..
Salı, Aralık 15, 2009
Hani Gidiyordun !
Pazar, Aralık 13, 2009
Kevin ''Züppe'' Johnson - Vitaliy Klitschko
Kevin Johnson ringe Michael Jackson(siyah olan zamanı) tişörtüyle gelerek kendisini sempatik göstermeye çalıştı ama ne yaparsa yapsın maçtan önce yaptığı ukala açıklamaların altında ezildi. Maçtan önce yaptığı açıklamalarda ; ''Beni sadece Muhammed Ali yenebilirdi.'' demiş. Ayrıca Vitaliy Klitschko'nun işini 9.roundda bitireceğinide eklemiş(İnsanın '' o biraz sıkar'' diyesi geliyor). Vitaliy ise bu açıklamalara ''hastane masrafları benden'' diyerek anlamsızca bir boyut kazandırmıştı. Arkadaşım sen şampiyonsun ne gerek var çocukla çocuk olmaya(30 yaşındaki adama çocuk dedim, bak şu işe).
Birazda maç hakkında konuşalım. Kevin Johnson maça çok anlamsızca bir savunma ile başladı sürekli Vitaliy ile dalga geçip onu sinirlendirmeye çalıştı. Bunların ne kadar etkili olduğu bilinmez ama Vitaliy biraz durgundu. Ama nolursa olsun Vitaliy Klitschko bir şampiyondu ve maçı alması gerekiyordu. Bizim bu düşüncelerimizi okurcasına Vitaliy iyi direkler çıkarmaya başladı fakat Kevin da hala tık yoktu, sürekli savunmaya kapanıp arada da bir iki tane sol direk çıkarıyordu. Maç sürekli iplerde geçiyor, aklımızda kalan tek şey Kevin Johnson'ın sürekli iplere yaslanıp, Vitaliy'nin yumruklarını karşılama çabasıydı. En sonunda 9.rounda gelmiştik tam Kevin Johson zamanı diyordum ki Vitaliy yine Kevin'ı iplere sıkıştırdı ve Kevin kendine yakışır bir şekilde ukalalık yapmaya devam etti. 9.roundda sona erdi ve Kevin da yine tık yok arada sol direkler çıkarıyordu fakat Vitaliy'nin bir roundda vurduğu yumruk sayısı Kevin'dan 5-6 kat fazlaydı.
Maçın son roundu ise tam bir şovdu. Vitaliy en sonunda Kevin'a uydu ve o da başladı saçmalamaya. Elini havaya kaldırıp duruyordu anlamsızca, bunu gören Kevin rahat durur mu ? Durmaz o da başladı. Hadi gel vur diye yalvarıyordu resmen bir ara kendi çenesine yumruk atmaya başlamaştı. Tam bu adam kendi kendine K.O olur diyordum ki maç bitti. Maç sonunda bir elektiriklenme oldu Vitaliy ile Kevin arasında. O elektriklenmeyi ayırmaya gelen Vladimir Klitschko'ya bile kafa tutan Kevin Johnson en sonunda sakinleştirilebiliyor ve maç Vitaliy'nin puan ile hakemler tarafından galip sayılmasından sonra centilmen bir şekilde son buluyordu ! (Bokstaki centilmenliğe fena halde takmış durumdayım. 36 dakika boyunca birbirlerini yumruk manyağı eden adamlar nasıl oluyorda maçın sonunda tokalaşabiliyor ? Bravo Valla.)
Cumartesi, Aralık 12, 2009
Genç Kaptanlar # 5
Fernando Torres : ''El Nino'' 16 yaşındayken ilk kez Atletico formasını giydi. Giyiş o giyiş dile kolay 7 sezon geçirdi o formayla. 17 yaşında kaptan olduğu Atletico formasıyla tanıtmıştı kendisini dünya pazarına. Bir rivayete göre Atletico'da kaptanken , kaptanlık pazubandının altında şu an oynamakta bulunduğu Liverpool klübünün ünlü taraftar sloganı ''You'll never walk alone'' yazıyormuş. Liverpool'a maliyeti 27 milyon € olmuştu Torres'in. Luis Garcia'yı unutmayalım , o dönemin L'pool açısından en önemli futbolcularından birisiydi. Onu ilk defa Euro 2004'te izlemiştim. Oyuna girdiği zaman şaşırmıştım o zamanlar çok toydu , kız zannetmiştim kendisini (O fotoğraflardan bir tanesi üstte xD). Kim bilir belki bizim Arda'nın pazubandının altında ''Gunners'' yazıyordur. Neden olmasın ...
Cuma, Aralık 11, 2009
Sönüp Giden Yetenek...
Asthon'ın neyini hatırlayacağız ? Bilgisayar oyunlarında aranan bir forvet oluşuyla mı ? yoksa o sarı saçlarını mı ? ve ya 26 yaşında futbolu bırakmasıyla mı ?..
West Ham'ı sevmemiz etkenlerinden biriydi Dean Ashton...Tıpkı Sebastian Deisler gibi genç yaşta futbolu bıraktı bilek sakatlığı yüzünden...Neden kötü şeyler hep iyi adamların başına gelir...Şimdi tazminat haberleri dolaşıp duruyor ortalıkta , adamın futbolu elinden alınmış ne tazminatı arkadaş !..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)