Pazartesi, Ağustos 30, 2010

Spekülatif Performans ; Baba Naber ?


Günün en spekülatif performansı Brezilya adına ; Tiago Splitter ve Marcelo ''Marcelinho'' Huertas'dan geliyor. Takımları yenilmesine karşın bu iki basketbolcunun performansları etkileyiciydi.

Özellikle Huertas istatistik kağıdına yansımayan, ancak maçı izlediğinizde anlayabileceğiniz bir katkı sağladı takımına. 33 dakikada ; 8 sayı, 5 asist ve 1 top çalmayla oynadı kendileri, son dakikalarda ki faulleri kaçırmasına rağmen oyunun o raddeye gelmesinde ki başroldeki adamlardan birisiydi Huertas. Splitter ile arasında müthiş bir uyum vardı, -Caja Laboral'den takım arkadaşları zaten, buna şaşmamak lazım.- Özellikle pick'n roll'ü müthiş oynadı, Rose'un bugünkü savruk oyunundan her şekilde yararlanmaya çalıştı. Maçı kazanmak için herşeyini ortaya koydu ama olmadı.

Maçın diğer bir yıldızı ise hiç kuşkusuz Tiago Splitter'di. 30 dakikada ; 13 sayı, 10 ribaunt, 2 top çalma ve 1 blok yapmayı başaran Splitter, Amerika pota altını dağıtan adam oldu. Hırvatistan maçında Ante Tomic ve bu maçta da Splitter tarafından dağıtılan Amerika'nın pota altının hali düşündürücü. Durant 4 numara oynadığı zaman içeride büyük bir boşluk oluşuyor, haliyle durum böyle oluncada karşı takım gelip geçiriyor. Şaka bi' yana Amerika yatsın kalksın dua etsin, bugün Varejao oynamadı. O da oynasaydı Odom emekliliğini isterdi !

NOT: Maçın böyle bitmesi Amerika için iyi oldu, çünkü hiç kimse onları bu kadar zorlayamamıştı, artık dayanma eşiklerini gördüler ve bu onlar için iyi bir şey. Artık karşılarında oynayan oyuncuları küçümsemeyeceklerdir.

NOT 2 : Billups büyük oyuncu be !

Pazar, Ağustos 29, 2010

İlk Günden İzlenimler...


Malumunuz dün dünya şampiyonası başladı. Bir de töreni vardı di' mi ? Her ne kadar bütün medyada '' müthiş açılış '' diye lanse edilse de bunun kendi bokumuzu kapatmak amacıyla böyle ortaya koyulduğu açıkça belliydi. Neyse açılışa girersek çıkamayız, o yüzden turnuva ile ilgili izlenimlerime geçeceğim.
  • Sloven taraftarlar müthişti. Sanki kendi evlerinde oynuyorlardı, tek kelimeyle az öncede dediğim gibi müthişlerdi.
  • Kapıda ki güvenlik görevlilerinin çoğu ingilizce bilmiyordu, bu yüzden yabancı taraftarlarla güvenlik görevlileri arasında büyük bir iletişim kopukluğu vardı.
  • Bütün bozuk paralar girişte toplanıyordu, bu paralar dışarıdaki LÖSEV'e ait kutulara koyuluyordu. Bu güzel bir işti bence, akıl edeni kutlamak lazım.
  • Kantin fiyatları çok uçuktu. Sosisli yemek isterseniz 10 tl bayılmanız gerekiyordu, üstüne bi de kola isterseniz masrafınız 15 tl'ye çıkıyordu. Bravo FEDERASYON !
  • İran taraftarları da iyiydi. Slovenlerle kıyaslayamam ama yine de idare eder kıvamdaydılar, en azından maçın başından sonuna kadar takımlarını desteklediler.
  • Goran Dragic, müthiş bir oyun sergiledi. Turnuvanın yıldızı olabilir benden demesi. Gasper Vidmar'da kendisinden beklenmiyecek bir performans sergiledi, helal.
  • Bostjan Nachbar'da günün iyi performanslarından birisine imza attı, dış atışlarda müthiş bir yüzdeyle oynadı. Yırtıcıydı, istekliydi, Efes Pilsen'de ki performansının baya bir üstündeydi.
  • Tunus ise değerlendirilecek kapasitede değil, İran'la grup 5.liği için mücadele ederler, takım kaptanları Sulimane kafasında saç olmamasına rağmen iyi oynadı, mücadelesi takdire şayandı.
  • Amerika dream team havasında olmamasına rağmen, Hırvatistan'ı rahat geçti. Özellikle ilk çeyrek dışında, Hırvatistan hiç bir direnç gösteremedi.
  • Amerika zaman zaman 3 point guardla sahada oluyoru, bu oyunun seyri açısından zaman zaman iyi oluyordu, fakat PG'ler den birisi kudurunca iş boka sarıyordu.
  • Hırvatistanın ayakta kalan isimleri ; Popovic, Bogdanovic ve Tomic'ti. Planicic ve Ukic kendilerinden beklenen performansın altında kaldılar, Amerika savunması ikisini de pasifize etti.
  • Iguodala milli takım oyuncusu değil, işi fanteziye vuruyor. Karşısındaki rakibi küçümsüyor.
  • Amerika'da, Odom içeride çok yalnız kalıyor -özellikle Durant 4 numara oynarken- bu da içeride büyük bir probleme sebep oluyor. Tyson Chandler içeride daha sağlam duruyor ama o da çabuk faul problemine girdiği için sahada pek kalamıyor. Amerika'nın diğer uzunu(!) Kevin Love ise bu iki oyuncudan baya dakika çalacağa benziyor, ama onunda fiziksel bi dezavantajı var.
  • Brezilya'da Anderson Varejao oynamadı, iyi oldu onu izleme eziyetine katlanmadık. Fotoğraf çektirme esnasında bile agresifti, neredeyse fotoğrafçıyı dövüyordu.
  • Brezilya'lı Alex Garcia'nın şut biçimi acayip rahatsız. O ne çirkin bir atış şeklidir, öeh be !
  • İran herhalde turnuvanın en mücadeleci takımı, ama yetenekleri sınırlı. Bu yüzden çabaları hep boşa gidiyor.
  • Ve son bir not : İstanbul'da güzel kız popülasyonu şu sıralar hat safhada, bilginize :))))

Cumartesi, Ağustos 28, 2010

Kim Bu Adamlar ?




Bugün, dünya şampiyonasının ilk günü için arkadaşım safa ile abdi ipekçi'deydik. Her normal insanın yaptığı gibi, biletlerimizi orada '' gönüllü '' olarak çalışan insanlara gösterip yerimizi bulmaya çalışıyorduk... Neyse kendi oturacağımız koltukları bulduk, buraya kadar problem yok. Yerlerimiz '' gönüllü '' arkadaş tarafından bize gösterildiğinde orada, takım elbise giyince bi' bok olacaklarını sanan altı insan(?) oturmaktaydı. Önce gönüllü arkadaş ; beyefendilere prosedürü anlattı ve oradan kalkmalarını rica etti. Fakat adamlar kodaman oldukları için, mafya jargonuyla gönüllüyü yanlarına çağırıp güzel bir ayar çektiler ! Ne oldukları konusunda hala bi' fikrim yok. Kimine göre federasyon görevlileriydi(turgay demirel'in adamları) kimine göre ise sivil polislerdi. Her ne olursa olsunlar. Onlar yüzünden, hırvatıydı, amerikalısıydı hepsiyle papaz olduk. Yaşlı başlı insanlar geldi onlara da ayar çektiler, hırvat bir taraftar geldi ; yerine oturulduğu için isyan etti ama kime ne... Hırvat iki saat lak lak etti görevliyle sonra dehlediler giti. İster devlet görevlisi olsun, ister fedarasyon görevlisi... Hiç bir insan, başka bir insanın hakkını gasp edemez, orasını babasının çifliği gibi görüp ; önüne gelen yabancı taraftara, sırf Türkçe bilmiyo diye, küfür edemez !

Kodamansporun katkılarıyla FIBA World Championship adı altında bir turnuva izlediniz ! Bu arada kodamanların fotoğraflarını üstte görebilirsiniz, nasıl gasp ediyorlar milletin hakkını görün.

Perşembe, Ağustos 26, 2010

Sahada Kedi Var ! :)


Fotoğraf, Sibir ile PSV arasında yapılan UEFA Europa League play off maçından. Ön planda duran Sibir oyuncusu Reinette Steev, öyle bir bakış atıyor ki kediye canım hayvan tavşan gibi gerile gerile kaçıyor. Yazık kediye. :) Bu arada skoru merak edenler için ; maç 5 - 0 PSV üstünlüğü ile sonuçlandı...

Ülke İçi Transfer Kontraları... -1-


Yoan Gourcuff - Bordeaux > Lyon
Milan'ın Rennes'den bulup çıkardığı, ''yeni Zidane'lardan '' birisiydi. Fakat ; Milan'da fazla forma şansı yakalayamadı ve akabininde Bordeaux'ya kiralandı. Bordeaux'da gösterdiği performansla, Milan'a geri dönmesi neredeyse kesinlik kazanmıştı. Kaka'nın yeri doldurmasını bekliyordum ben açıkçası, ama ileri zekalı Galliani sözleşmeye 15 milyon €'luk bir satış opsiyonu koyduğunu sonradan fark edince bu hayaller suya düşüyordu ve Gourcuff Bordeaux'da kalıyordu... Çok değil üstünden 1 sezon geçmişken Gourcuff Lyon'a 22 milyon €'ya transfer oluyordu. Lyon bildik Lyon, amaçları ; rakiplerini pasif kılarak ligi domine etmek. Bol keseden bonservis bedelleri ödüyorlar, umarım sonları Lazio, Valencia gibi olmaz. NOT : Lyon'un Gourcuff ile aynı bölgede oynayan ; Pjanic, Ederson, Kallström, Makoun ve Delgado gibi oyunculara sahip. Napmaya çalışıyorlar ? Orta saha koleksiyonu mu ?


Joao Moutinho  Sporting > Porto
Bu arkadaşda Portekiz futbolunun yeni Deco'su olarak lanse ediliyordu, ama bir türlü kendisinden beklenen patlamayı yapamamıştı... Belki Porto'da bu patlamayı yapabilir, çünkü ortam müsait ama önünde bir engel var o da ; BASKI ! Moutinho 20 milyon € karşılığında Porto'ya geçti, azımsanıcak gibi değil. Başka bir açıdan bakarsak ; Portekiz tarihinin en pahalı transferi Moutinho. Özellikle geçtiğimiz sezon Lucho Gonzalez'in satılmasıyla o bölgede bir boşluk oluşmuştu. Lucho'nun yerine alınan Belluschi'de daha çok kanatlarda değerlendirilince o bölgede bütün yük Raul Meireles'in omuzlarına binmişti. Moutinho ; o bölgede ki yükü omuzlayabilecek kalitede bir topçu, başarılı olacağını düşünüyorum, umarım yüzümü kara çıkartmaz.


Sergio Canales  Racing > Real Madrid
Bu arkadaşda ''Yeni Guti'' olarak lanse ediliyor.(Bu postta yer alan oyuncular illa birisinin veliahtı olacakmış gibi bir hava var sanki, noluyo lan ?) Real Madrid'de tecrübeli oyuncuların tasfiyesinin ardından alınan oyunculardan birisi ; Canales. Gerçi onun transferi geçtiğimiz sezonun ortasından beri kesinleşmişti, yani yeni bir transfer değil. Transfer ücretini tam olarak bilmiyorum ama, 5 milyon € + performansa bağlı bir 5 milyon € ödeneceği konuşuluyor. Daha 19 yaşında olması, onun en büyük avantajı kanımca. Geçtiğimiz sezonun ortalarına doğru müthiş bir çıkış yakalamıştı, hazırlık maçlarında da gösterdiği performans etkileyici ama bu ne kadar ölçü olmalı, bilmiyorum. İleride iyi bir oyuncu olacağı kesin, fakat bu sene ne kadar forma şansı bulur o muamma. Keza takımda ; Mesut Özil(bizim evlat), Kaka, Ronaldo gibi süperstarlar bulunuyor...


Loic Remy  Nice > Marsilya
Andre Pierre Gignac  Toulouse > Marsilya
Hele şükür, bu iki oyuncu hiç bir futbolcunun veliahtı olarak gösterilmiyor, postun seyri açısından iyi oldu bu ikili. Efenim, malumunuz Niang ve Ben Arfa'nın arıza çıkarıp ayrılmaları sebebiyle bu iki oyuncu alındı. Remy 15 milyon €, Gignac ise 18 milyon € bonservis bedeli ile transfer edildiler. Remy potansiyeli olan 23 yaşında iyi bir futbolcu. Nice'e Lyon'dan 8 milyon € bonservis bedeli ile transfer olmuştu, Remy. Fransa milli takımının yeniden yapılanmasında önemli bir role sahip olacağına inanıyorum. Fiziği iyi, atletik, fena sayılmayan bir top tekniği var. Tek sorunu son vuruşlar, başarılı olabileceği kanısındayım.


Ve gelelim Gignac'a... 2 sezon öncesine kadar Fransa Ligi'nin gol kralıydı Gignac. Kendinden beklenmiyecek bir şekilde 24 gol atmışı o sezon. Hani bazı oyuncular vardır ya ; ''İstikrar abidesi'' diye tanımlanır, Gignac ise tam tersi, o bir ''istikrarsızlık abidesi''... Marsilya'da ne yapar ne eder tam kestiremiyorum, kestirenin de elinden öperim. Niang'ın yerini dolduramayacak gibi bir kanı var bende, neyse bunları zaman göstericek...


William Gallas  Arsenal > Tottenham
azuahahahahahhahahahha
Bu transfere ben anca gülerim, 9 senede Londra'da gezmediği takım kalmadı Gallas'ın. Açıkçası Tottenham'da başarılı olamayacağını düşünüyorum, yaşı ilerledikçe arıza bir adama dönüştü, ama denemesi bedava ! Sözleşmesi bittiğinden dolayı, bonservis bedeli ödenmedi Gallas'a. Savunmada ; King, Dawson, Bassong, Kaboul, Woodgate gibi isimleri bünyesinde barındırıyor Tottenham, bunlardan birisini kesmesi zor görünüyor Gallas'ın, belki Bale'in oynadğı sol beke bir alternatif olarak düşünülmüş olabilir, ama bu düşüncede bana pek sağlıklı gelmiyor. Rednkapp işini bilen bir teknik direktördür, genelde yaptığı transferler nokta atışı olur, takıma katkı sağlayabileceğini düşündüğü adamlara para verir ancak. Bakalım bu sefer ki ''nokta atışı'' ne gibi bir sona ulaşacak ?

Pazartesi, Ağustos 23, 2010

Aurelio Beşiktaş'ta...


Marco Aurelio, Beşiktaş ile 2 yıllık anlaşmaya varmış... Sergen'in laga lugasını dinlemeyenlere gelsin ; özellikle Fink'in gözden çıkarılmasyıla o bölgede bir boşluk olmuştu, umarım o boşluğu giderebilir Aurelio.

Takım rotasyonunda önemli bir yer edineceğini düşünüyorum, faydası olabilir. Herkesin deyimiyle nokta transfer...

Yalnız bir tehlike var kapıda. Rico'ya attığı yumruklar hala aklında taraftarın, bu hususta nasıl tepki alır Beşiktaş taraftarından o da ayrı mesele. Neyse hayırlı olsun efenim kendileri...

Pazar, Ağustos 22, 2010

Londra'nın Gülü ; William Gallas.


William Gallas, amiyane tabirle çakma ''Thuram''...

Defansın her yerinde oynar, bununla yetinmeyip karşısındaki oyuncunun onuruyla da oynar(özellikle arsenal'e geçtikten sonra böyle oldu).

24 yaşında Marsilya'dan ayrıldığında, kimse onun 9 sene boyunca londra'dan çıkmayacığını bilmiyordu. Chelsea, Arsenal derken şimdi de Tottenham.

Çalıştığı hocalar ; Raineri, Mourinho, Wenger ve şimdi de Rednkapp ! Yuh Gallas yuh !!!

Acaba bizde olsa nasıl olur bu durum. Halihazırda bir Tümer Metin vakası önümüzde durmakta...

Bu transferlede Tottenham'ın defans rotasyonu baya şişmiş oldu. Woodgate, Bassong, Kaboul, Dawson ve King... Kimi kesicek Gallas çok merak ediyorum.

Beşiktaşlı Duruşu ?


Matias Emilio Delgado...

Beşiktaş yönetiminin ; '' alın size yıldız '' diyip önümüze attığı oyunculardan birisiydi kendisi. Hiç bir zaman ama hiç bir zaman beklentilerimiz karşılayamadı ? En azından biz öyle düşündük. Peki biz Delagado'nun beklentilerini karşılayabildik mi ?

Seyircinin bayılacağı türden bir insandı Delgado, evet futbolcudan öte birisiydi, herkes severdi onu ! Hiçbir zaman tribün yalakası olmadı bazıları gibi, ama dedim ya herkes severdi Delgado'yu...

Daha ilk geldiği günden büyük beklentiler içindeydi taraftarlar, sonuçta Sergen Yalçın'ın forma numarasını taşıyacaktı ; 10 NUMARA olacaktı 10 !!!

Özellikle dönemin teknik direktörü Tigana onu çok istemişti, Beşiktaş'ın her yabancı transferinde ortaya çıkan münferit konular(eşi gelmek istemiyor, sevgilisiyle kavga etti hatunun gönlünü alıyor, çocuklarının okulunu düşünüyor, real madrid'e(hadi len) gitmek istiyor, vs. vs.) aşıldıktan sonra getirilmişti sponsor desteğiyle.

Bugün onun arkasından aç kalmış kurtlar gibi sallayan spor medyası, o dönem Delgado'nun ne denli iyi bir oyuncu olduğu konusunda fikir yürütüyolardı(hayret bunu yapabiliyorlardı). Alex'le, Hagi'yle bile kıyaslayan vardı ''10'' nu...

Çıktığı ilk maçta(yanılmıyosam gaziantep maçıydı) müthiş bir performans sergiliyerek herkesi mest(!) ediyordu, bizim medyanın tabiriyle. Hiç kuşkusuz iyi bir futbolcuydu ama daha geldiği ilk günden baş tacı edilmişti, baskıyı hissediyordu, peki bunların altından kalkabilecek miydi ?

Yeri geldi sol açık oynatıldı, küstürüldü bi şekilde futbola ! Rico Paşa'nın hükmüne boyun eğmek zorunda bırakılmıştı, sonra taraftar darbe yaptı ve paşa'yı Arap yarımadasına doğru sürgüne gönderdi. Bu durumda paşa görevi ona kaldı...

Tüm bunlar 1 sezon sürmüştü, koskoca 1 sezon daha heba olmuştu Beşiktaş için. Yeni Paşa tahtına alışıyor gibiydi, o zamanlar iyi bir çizgi tutturmuştu ! Oynuyordu yani hiç yoktansa... O dönemde manşetlerdeydi Delgado, taraftarın yeni sevgilisi, Beşiktaş'ın yeni umuduydu ! Belki bir Sergen değildi, at yarışıydı şuydu buydu öyle kötü alışkanlıkları yoktu, medyatik değildi, pasifti ! Tribünlerle polemiğe girmez, hep iyi adam rolünü benimsemeye çalışırdı.

Zaman ilerledikçe performansını kademeli olarak düşürüyordu tangocu(!), ama yine de iyi niyetliydi, çabalıyordu ! Tamam beceremiyordu ama en azından becermeye çalışıyordu...

Saman alevi gibiydi Delagado'nun performansları, hiç bir zaman doyuruculuğa ulaşmadı futbolu ama sorunsuzdu, kibirli değildi, sadece biraz duygusaldı o kadar. Ertuğrul Sağlam döneminin kaptanıydı. O zamanlarda acımasızca eleştirilmişti kaptanlığı, hatta bazıları iki İbrahim'i birbirine Delgado'nun düşürdüğünü bile öne sürmüştü.

Beşiktaş'ın duygusal çocuğu artık kaptandı, fenerlisinden cimbomlusuna hatta bursalısı bile seviyordu onu. Garip bir havası vardı, hani o beşiktaşlılık duruşu var ya sanki bu adam için söylenmişti. Kaptanlık, performansını da yükseltmişti ama o da yetmiyodu bize, nedense hep daha fazlasını istiyorduk ! Öyle veya böyle Beşiktaş ite kaka ilerliyordu, Delgado'nun liderliğinde.

Gün geldi ay gitti misali ; Mustafa Denizli Beşiktaş'ın başına balıklamadan geçiş yaptı ! Onun da en güvendiği isimdi Delgado, ama taraftar ve medya(başta sergen yalçın) hala ona güvenmiyordu. Neydi eksiği merak ediyorum, gece hayatının olmaması mı ?

Derken sakatlanıyordu Delgado, Mustafa Denizli'nin de baskılarıyla oynuyordu mecburen, fena da sayılmazdı ama yine küfür yiyordu. Kaptanlığı da pek yakıştıramıyorduk zaten...

Sezon bitip Beşiktaş şampiyon olduğunda takımın kaptanı O'ydu. Evet evet Delgado'ydu. Ne simge olmuş İbrahim Üzülmez ne de takımın cesur yüreği İbrahim Toraman kaptandı. Kaptan ; Delgado'ydu be DELGADO...

Acılara dayanacak taakati kalmayan kadar oynatıldı Delgado, ameliyat olmak istiyordu. İşini yapıyordu sonuçta, o bir profesyöneldi. '' Bu kadar amatörün içinde bir profesyönel sen misin lan dangalak ? '' muamelesi görüyordu resmen ! Daha sonra ameliyat oluyordu ve sözleşmesi de donduruluyordu, bunu kabul etmesi bile bana göre büyük bir incelikti.

Futboldan çok anlayan başkanımız gidip '' Japon Messi '' Tabata'yı alınca ; Beşiktaş Meşrutiyete geçmiş oluyordu ! Bu arada sessiz sedasız da kaptanlığı elinden alınıyoru Delgado'nun. İyiden iyiye acıların çocuğu oluyordu...

Gel zaman git zaman devre arasında da sözleşmesinin dondurulmasını kabulleniyordu.(tabi ense yaparak para alması hiç hoş değildi, bunu da söylemeden edemiyeceğim)

Ve Final... Sezon başı gider mi, kalır mı ? tartışmaları arasında o her zamanki gibi iyi niyetli futbolunu sürdürüyordu. Schuster'de beğenmiş olacak ki oynatıyordu onu... Guti ve Q7 transferleriyle iyiden iyiye hissediyordu üvey evlat muamelesini Delgado, artık ne paşalığı kalmıştı, ne de kaptanlığı. O artık mal gözüyle bakılan '' gitse de kurtulsak '' sözlerinin muhattabıydı.

Pide kuyruğunda araya kaynamaya çalışan adamdı artık... Beşiktaşlılık duruşu diye övünüp duran adamlar ıslıklıyodu onu. Yetmedi mi bunca sene boyunca yediğiniz adam sayısı ? Süleyman Seba'ya da ana avrat düz gittiniz, Sergen'e de, Tümer'e de ! Bu mudur Beşiktaşlılık duruşu ? Beşiktaşlılık duruşu nedir söyleyeyim size ; oyundan çıkarken ıslıklara gülerek yanıt veren Delgado'dur Beşiktaşlılık duruşu !!!

Yolun açık olsun kaptan, burda kazandığın kalpleri başka yerlerde de kazanıcaksın, buna eminim. Hep gülmen dileğiyle...

Perşembe, Ağustos 19, 2010

Garp Kurnazı ; Jose Mourinho !


Hahaha ne komik demi ? Şark kurnazı olarak mazmunlaşmaya yüz tutmuş bi kalıbı Garp Kurnazına çevirdim, çok güzel ! Bu postta Mourinho'nun seceresini çıkartıcak değilim, burda sadece Mourinho'ya -bazılarına göre eleştiri, bazılarına göre ise övgü yöneltme amacını taşıyorum. Yani iki tarafı keskin bıçak !

Hatırlayacağımız üzere ; Ricardo Carvalho'yu takımına katmıştı geçen günlerde. Peki Carvalho'yu almadan bir kaç gün önce ne demişti ; '' Ricardo Carvalho'yla ilgileniyorduk, fakat onu almaktan vazgeçtik. '' Osmanlı'nın turan taktiği gibi mübarek, garip adam şu Mourinho...

Peki son aldığı oyuncu yani '' bizim evladımız '' olarak lanse edilen Mesut Özil ? Onda da aynı taktiği uyguladı '' The Special One ''. Önce ; '' Mesut Özil'i almak istedik, fakat kulübü onu bırakmadı '' diyerek milleti bu transferden vazgeçtiklerine inandırmak istedi, sonra da 15 milyon € ' ya işi bitirip adamı basına tanıttı. Kayseri kökenli olmasın bu Mourinho !

Gerrard, Ashley Cole ve Maicon için de aynı ifadeleri kullanmıştı Mourinho, bakalım Real Madrid bu oyuncuları alabilecek mi ?

Cumartesi, Ağustos 14, 2010

Spekülatif Deformasyon ; '' Sportoto Süper Lig... ''


Turkcell ile başlayan '' sponsorlu süper lig '' maceramız sportoto ile devam etmeye yüz tutmuş durumda. Çok değil 4 - 5 sene oldu ligimizin adı Turkcell olalı, ne gariptir ki ben bu haberi bir kuruyemişçideyken öğrenmiştim. İlk başlarda yadırgamıştım, çocuk aklımla '' Ben Süper Lig demeye devam edicem '' diyerekten kendi çapımda bir anarşistliğe soyunmuştum. Narşist amcalara inat bunu sürdürecektim ama olmadı işte yıllar geçti ben büyüdüm, dilimin döndüğü kadarıyla '' Turkcell Süper Lig '' demeye başladım. Tabi o çocukluk dönemlerinde kafamda başka soru işaretleri de vardı, ligin ismiyle alakalı olarak. O dönemlerde televizyonda görünen her marka müthiş(!) bir satış rakamı yakaladığı için logo vb. şeyler buzlanıyorudu, deyim yerindeyse yayının kalitesinin anası ağlatılıyordu(Şimdilerde durum biraz daha hafifletilmiş durumda ama o dönemler biraz sıkıntılıydı, RTÜK kodumu oturtuyodu). İşte o çocuk aklıyla süper ligin adının ekranda nasıl telafuz edileceği konusunda kendimle bir iç çatışmaya girmiştim, elalemin derdi seni mi gerdi mantığıyla dolanan her insana '' evet gerdi '' yaklaşımında olduğum için bu sorunlar kafamı meşgul ediyordu...

Her neyse ligin adının tanıtıldığı günü hiç unutmam, o gün kafamdaki soru işaretleri birer birer ünlem işaretine dönüşüyordu. Bazı kanallar tabelada yazan TURKCELL ibaresini buzluyordu, bazıları ise buzlama yerine markanın adını söylemekten kaçıyordu... En güzelini ise radyolar yapıyodu, ligin başına TURKCELL ibaresini koymadan direk Süper Lig deyiveriyorlardı, haliyle bu durum beni çok memnun ediyordu. O çocuk aklın verdiği mücadeleye destek oluyordu bir anlamda radyolar.

Sonra ne olduysa oldu, televizyon yöneticileri ; '' Manyak mıyız lan biz ligin ismini niye sansürlüyoruz ? '' diye güzel bir akıl yürütme ile yollarına devam etme kararı aldılar ve Turkcell rahatlığı bugüne kadar kendini korudu. Turkcell'in türk futboluna yaptığı katkılar gerçekten üst seviyede, şuan ligde bilmem kaç takımın sponsoru konumunda, o da yetmezmiş gibi bir de isim hakkını elinde tutup para pompalama işini üstleniyordu. Tabi ki Turkcell bunları babasının hayrına yapmadı, özel bir şirket olaraktan reklamını en üst seviyede yaptı ve bunun karşılığını fazlasıyla aldı. Turkcell'in de desteğiyle ligin hem marka değeri arttı, hem de sıcak para akışı üst seviyeye çıkarıldı. Tabi lig sayesinde de Turkcell kendi reklamını yaptı ve alabildiğince kar etti.


Tam özdeşleşti lig ve turkcell derken digitürk ligin isim hakkını sportoto'ya sattı(Bu haberi de kasapta öğrendim ehehehehe). Artık ligin ismi SporToto Süper Lig oldu !!!

Çok gariptir ; bahis skandallarının arttığı şu son dönemde, bahisin ana merkezi olan SporToto'nun ligin isim hakkını alması. Nedir bu ? Bir imaj tazelemesi mi ? Yoksa milletle dalga geçmek mi ? Halihazırda, devam eden mahkemelerde yargılanan futbolcuların dramları, bahis oynadığı gerekçesi ile milli takıma alınmayan oyuncular derken ligin ismini de bahis batağına saplıyorduk...

Turkcell'in asıl amacı ; -her ne kadar '' futbolu seviyoruz, bunun için destek veriyoruz '' geyiği yapsalar da- reklam yapıp ürünlerini pazarlayabilmekti. Peki bir kısmı devlete ait olan SporToto'nun amacı ne ? Reklamama mı ihtiyaçları var sizce ? Bence ; hayır, keza halihazırda kurumun bünyesinde olan bahis oyunu iddaa ülkede ki en popüler markalardan. Gazatelerde kurumun amacı ; imaj tazeleme olarak lanse edilmiş... Eninde sonunda göreceğiz SporToto'nun futbola ne gibi bir katkısı olacağını. Her şeye rağmen futbol, futboldur. Sahadaki oyun güzel olduğu sürece bu tartışmalar angarya kalır.

Şikesiz, temiz, güzel futbol oynanan bir lig dileğiyle(Ömer Üründül'ü unuttuk, onsuzda olur bu lig eheheh)...

Cuma, Ağustos 13, 2010

Spekülatif Söz ; '' Joe Cole, Messi ayarında bir futbolcu. ''


Spekülatif söz bölümünde Steven Gerrard'ı konu edeceği hiç aklıma gelmezdi. Dışarıdan bakılınca gayet akıllı ve otoriter durması beni bu düşünceye itmişti açıkçası...

Steven Gerrard'la ilgili bildiğim en absürd hikaye milli takım kampında yaşanan bir eşek şakası ile ilgili. Zamanında bir milli maçtan önce şakasever bir arkadaşı Gerrard'ın ayakkabısını diş macunuyla doldurmuş, tahmin edileceği üzere Gerrard bu ayakkabıyı giymiş ve mutlu sonnn ! Şakacı amacına ulaşmış, dışarıdan o kadar akıllı görünen Gerrard tongaya düşmüş... Bu anlattığım olay yanılmıyosam, 2006 dünya kupası'nın hemen öncesinde yaşanmış ve ne gariptir ki Gerrard bunu yapanı bulamamış hala !

Üstte bahsettiğim hikaye Gerrard'ın ilk absürdlüklerinden biriydi benim gözümde... İkinci absürd ...... absürd demeyelim de yalakalık amacıyla ortaya koyduğu düşünce diyelim (sonuçta adan Gerrard o kadar karizması var). Her neyse ; Liverpool'un son transferi Joe Cole hakkında konuşmuş Steven Gerrard. Efenim buyruğu şöyle Steven Gerrard'ın ; ''Messi'nin bazı şaşırtıcı hareketler yaptığını görüyorum ; ama Joe Cole da onun kadar iyi şeyler yapabiliyor. İdmanda golf topu ile yaptıklarıyla bizi şok ediyor. Ben gerçekten Joe'nun sezonun en iyi oyuncusu ödülünü alacağını umuyorum" bizler bu açıklamayı kafası güzelken verdiğine tam inanmaya başlarkene Gerrard olayı başka bir boyuta taşıyor ve bir anda Joe Cole'un dünyanın en yetenekli oyuncusu olduğunu ağzından kaçırıveriyor...

Akıl var mantık var kardeşim. Joe Cole kim Messi kim ? Oturup bunları iyice etüt etmemiz gerekiyor. Tamam Joe Cole yetenekli bir oyuncu ama bu yetenekleri hiç bir zaman Messi düzeyinde olmadı ! Adam dünyanın gelmiş geçmiş en büyük oyuncusu olarak lanse ediliyor sevgili Gerrard (burda biraz erman toroğlu havası gördüm kendimde), sen kalkmışsın adamı Joe Cole ile kıyaslıyosun !!! Hadi ordan hadi !