Cuma, Aralık 31, 2010

İyi Seneler :)



The SpecTaCuLaR Moves olarak 2010 senesinde toplam -bu postla birlikte- 120 post yayınladık. İyisiyle kötüsüyle bir yıl geçirdik...


Yeni umutlar, yeni başlangıçlar ve en önemlisi yeni bir sene... Umarım bu yıl, geçtiğimiz sene yaşadıklarınızdan daha spektaküler olaylar yaşarsınız -iyi anlamda tabii ki-. Herkese İYİ SENELER :)

Perşembe, Aralık 02, 2010

Cleveland Will Never Forget...



Bu taraftar seni unutur mu ? Evet unutmayacak ama triple doublelarını, smaçlarını, asistlerini kısacası olumlu tüm yönlerini silmek kaydıyla. Artık bu şehrin çocuğu değilsin Son of a Beach... Doğduğun şehre ihanet ettin sen. ''Yok bu profesyonel bir iş, yok efenim bunların olması doğal'' gibi zırvalıklara inanmıyorum. Basketbol bir oyunsa, hele de yürekten oynanan bir oyunsa profesyonellik bir adım geride kalır. Boston serisini unutmadık, unutmayacağız. Nasıl oynadığını tüm dünya gördü, korkak bir tavuk gibi nasıl geri çekildiğini hatırlarsın belki... Herkesin bildiği şeyler bunlar. Peki ya takımı bir canlı yayında bıraktığını açıklaman ? Şehre ve taraftarlara biraz olsun sevgin olsaydı bunu yapmazdın. En azından takımın başka oyuncularla görüşmesi için bir fırsat verirdin, ama yapmadın... Gözünü kırpmadan bir takımı yok ettin. Sana gönül verenleri, seni Michael Jordan ile eş tutan bizim gibileri kendine düşman ettin. Umarım başarılı olamazsın, daimi bir ''loser'' olarak hatırlanırsın...

Pazartesi, Kasım 29, 2010

Pique'nin Gol Atması İçin Beş Sebep...

  1. Bağış Erten ntvmsnbc'de ki görüşünde Barcelona'nın boy ortalamasının şakayla karışık 1.60(!) olduğunu belirtmiş. İlk sebep olarak bunu gösterebiliriz. Pique'nin boyunun 1.92 olduğunu da düşünürsek, bu kısaların arasından sıyrılıp gol atması mantıklı bir seçenek gibi durmakta.
  2. Pique'nin forvet özellikleri ve Guardiola'nın onu zaman zaman gol atmak için forvet gibi kullanması.
  3. İkinci sebebe müteakiben, Mourinho'nun oyun felsefesini defansif bir mantalite üstüne kuracak olması, bundan dolayı Pique'nin öne çıkışlarının fazlalaşacağını düşünmem... (defansif oynayacak görüşü tamamen bana aittir, sonra ''nereden biliyon lavuk'' denilmesin.)
  4. FanGirl camiasının duaları (ehehe bunu kıçımdan uydurdum kabul).
  5. Higuain'in oynamayacak olması...

Cumartesi, Kasım 27, 2010

HADDİNİZİ BİLDİRMEYE GELİYORUZ !



Sırf şu tezahüratı yapan insanların(!) ağızlarının payını vermek için geliyoruz oraya. Zeka küpü tribüncülere takımımızı alkışlatmaya geliyoruz. Anladınız işte öyle veya böyle geliyoruz...

Çarşamba, Kasım 24, 2010

Alakaya Maydanoz #3 ; İddaa & Dürüm


İddaa oynamıyorum 3-4 gündür. Mutluyum, huzurluyum bu sebepten dolayı. İşlerime daha rahat konsantre olabiliyorum, para kaybetmediğim içinde nötr durumda kalabilmeyi becerebiliyorum. Laf aramızda ; iddaa oynamamak için kendimi başka şeylere odaklanmaya zorluyorum. Şu günlerde üstüne yoğunlaştığım şey ; yemek yemek(ikileme yok, kelimelerden birisi yüklem ehehe). İddaa bayiisinin yanındaki dürümcü favori mekanım, arkadaşımla birlikte gidip en güzelinden dürüm yiyoruz kaç gündür. Dürümden sıkıldığımız zaman, bu sefer başka bir iddaa bayiisinin karşısındaki dönercide alıyoruz soluğu. Envai çeşit yemeğe rastlamak mümkün bu dönercide, şu sıralar goralı yiyorum. Arada dönerde yiyorum tabii büfenin kendine özel ayranıyla. O ayranı içerken karşıdaki iddaa bayiine bakıp bakıp iç geçirmiyor değilim, ancak oynamıyorum. Çünkü oynadığım zaman kazanamayacağımı biliyorum. Eskiden kazanma oranım haftada bir iken, şu sıralar bu oran üç haftada bire düşmüştü. Kaybetmeyi alışkanlık haline getirmiş Anadolu takımları gibiydim mübarek, sürekli kaybediyordum. İşte paragrafın en başında da belirttiğim gibi bu sebepten dolayı iddaayı bıraktım. Kendimi yemeğe vermem ise bu olayın garip bir yan etkisi gibi durmakta. Aileden gelme sporcu bir kimliğim olduğu için kilo sorunum yok, ancak sağlıklı beslenme denilen mevzuya pek uymuyorum şu sıralar. Velhasıl-ı kelam şu sıralar iddaa denildiğinde aklıma dürümden başka bir şey gelmiyor, iddaayı tamamen bıraktığımı söyleyemem ancak şu sıralar mevzuatım budur. Umarım uzun sürede böyle kalır...

Cumartesi, Kasım 20, 2010

İyi Günde, Kötü Günde ?



''Merhaba, ben Türkiye'nin en eğlenceli, en yaratıcı, en sadık taraftar gruplarından birine sahip olan Beşiktaş takımının destekçisi'. Böyle bir cümle kurmayı inanın çok isterdim, ama kuramıyorum ne yazık ki... Gol atınca ''Beşiktaş'ımızın 2.golü 23 numaraaa Filiiiip Holossskoo'' diye bağıran tribünlerin maç sonunda ''Siktir git Holosko'' diye tempo tutması bu cümleyi kurmama engel oldu maalesef. Biz de iki yüzlü olduk kimse kusura bakmasın... Holosko'yu sevmezsin, hatta nefret bile edebilirsin ancak bu sana o adama küfretme hakkını vermez. 


Biz ki sosyalist geçinen bir taraftar grubuyuz, biz ki işçilerin, emekçilerin yanındayız, ama yine biz işini yapmak için çaba sarf eden bir adamın emeğini sikmekten geri kalmıyoruz. Bugün Holosko, yarın Tabata ! Hakan'a küfredildiği gün gösterilen dirayet bugün gösterilse çok farklı şeyler olabilirdi. Takım ruhu olayı var ya ona büyük bir katkıda bulunurdu işte o taraftarlar, tabii ayrım yapılmasaydı. Madem yerli ile yabancıyı ayırıyorsunuz, o zaman Tayfur'un kulübede olmamasına niye ses çıkarmıyorsunuz ? Bir umudum vardı, onu da sikip bıraktınız büyük tribüncülerimiz. Sağolun...

Pazar, Kasım 07, 2010

Özledik #2 ; Amaral...



Özledik be seni Amaral. Müslüm baba diye tribünleri inletmeni, o sempatik surat ifadeni, o mazlum bakışlarını... Özlemişiz işte.

Cuma, Ekim 29, 2010

SİZİ İSTEMİYORUZ !


Sesinizi duymak bile iğrendiyor artık bizleri, bir de hayal edin suratlarınızı görünce ne duruma düşeceğimizi... Ciddiyetiniz bacak aranızda sizin, ahlak bekçisisiniz halbuki. İşiniz sansasyon yaratmak, düşünmeden söylüyorsunuz dediklerinizi. İş ahlakınız da yok sizin... Açık bırakılmış cep telefonlarıyla girersiniz yayına ancak siz. Birisi sizin hakkınızda bir şey söyleyince kaplan kesilirsiniz, ama siz karşıdakini madara etmeye kalkışınca alkış alırsınız. Siz ki medya maymunlarısınız... Siz ki birilerinin adamlarısınız... Ama korkaksınız ! Sen ki Ahmet Çakar, RTÜK başkanından azar yemiş, bu yüzden hiç bir büyük kanala kapağa atamamışsın. Sen ki Erman Toroğlu, Aziz Yıldırım'dan çizik yemişsin gıkın bile çıkmamış, tribünlerde küfür yemişsin kalkıp gitme erdemine bile erişememişsin... Siz ki bu ülke futbolunun kangrenisiniz, siz ki bu ülkenin televizyonlarının aptalca olmasının 1 numaralı sebebisiniz... Evet, istemiyoruz sizleri !!! 

Salı, Ekim 26, 2010

Ahtapot Paul'ü Kaybettik...



Ahtapot Paul reyiz bugün itibariyle aramızda yok artık... Her ne kadar ''hile var oğlum hep aynı tarafa gidiyor'' söylemlerine yol açsa da, Dünya Kupası'nın en karlı bahisçisiydi kendisi. Huzur içinde yat Paul, özleyeceğiz seni...

Pazartesi, Ekim 25, 2010

Işığı Gördük, Bekliyoruz...



Schuster döneminin en kötü maçını oynadı bugün Beşiktaş. Evet, o umut veren, bizi heyecanlandıran o takım yoktu bugün sahada. Bu maçta Beşiktaş adına Necip ve Onur'dan başka konuşulacak olumlu bir şey yok açıkçası. Denizli dönemini hatırladım. Oyundan çok skora oynayan bir Beşiktaş vardı sahada. Tamam belki Schuster'in son dakikalarda yaptığı değişiklikler, aldığı riskler tezimi çürütür nitelikte ama sahadaki oyuna bakınca sizde benimle aynı görüşü paylaşırsınız.


Hafta içi oynanan maçın mental ve fiziki yönden getirdiği yorgunluğu da göz önüne almamız gerek elbette ki. Bu noktada da hemen bir klişe karşımıza çıkacak ama... ''Büyük takım olmak istiyorsan, haftada 3 maç yapacak kalibreye ulaşmak gerek'' evet çıkış noktamız bu olmalı, Beşiktaş bugün büyük takım gibi mi oynadı ? Bu düşünceden yola çıkıp değerlendirmemiz lazım. Porto karşısındaki takım büyük takımdı ama Kayserispor karşısındaki Beşiktaş büyük takım değildi, en azından oyun olarak. 




Tehlike çanları yavaş yavaş çalıyor Beşiktaş için... Başlayacak o çok sevdiğimiz basın mensupları Beşiktaş ile hiçbir ilgi alakaları olmamalarına rağmen ; ''Schuster bu muydu ?'' yok efenim ''Beşiktaş'ın suçu ne ?'' gibisinden manşetler atılacak. Rijkaard'ın başını nasıl yedilerse Schuster'in de başını yemek isteyecekler... Del Bosque'yi ye Tigana'yı ye onu ye bunu ye... Sonrada Türk futbolunun neden düzenli bir sistemi yok de. Oh be ne ala memleket. Sen didin uğraş ama iki tane sığ düşünceli adam harcasın tüm emeklerini. Beşiktaş taraftarından tek isteğim bu provakatörlerin oyuna gelmemeleri. Eninde sonunda düzlüğe çıkacağız, kimse merak etmesin. Quaresma var iken şampiyon ilan ediliyoruz, o yokken sonuncu. Nasıl çıkacağız bu işten anlamadım.


Yiğidi öldürelim ama hakkını yemeyelim, Kayserispor iyi top oynadı. Baştan itibaren gol pozisyonlarına giren ve etkili olan taraftılar. Sonunda da aldılar maçı zaten. Özellikle Furkan ve Hasan Ali'nin oynadığı oyundan etkilendim, milli takım için iyi birer opsiyon olabilirler. Hiddink değerlendirmeye alacaktır zaten bu oyuncuları. Hasan Ali'nin bir balon olmadığını gördük en azından. Mehmet Eren'e de ayrı bir parantez açmak gerekir kanaatimce. Ligin en kaliteli kanat oyuncularından, ama istikrar problemi olduğu için bir üst seviyeye çıkamadı bir türlü. Bu maçta Hilbert'in kanadını delik deşik etti. Özellikle Furkan'a ve Moritz'e hazırladığı pozisyonlar harikuladeydi. Bu maçta hakemi eleştirme zahmetine girmiyorsam bir numaralı etkendir kendisi. 


Hakemi eleştirme zahmetine girmeyeceğimi söyledim. Sadece, şu maçtan sonra Mehmet Özhaseki ve Süleyman Hurma'nın şukusunu alacağını söyleyebilirim. Onur ve Necip maçın izlenilmesi için bir diğer sebepti, benim açımdan... Necip artık takımın bir parçası oldu, gittikçe üstüne koyuyor. Onur'dan da beklentim bu. Şu maç özelinde Onur hakkında bir şey söylemek güç ama iyi sinyaller verdiği kesin. Necip'in ilk zamanlarını hatırlayalım o da böyleydi. Biraz pişmesi lazım kısacası, ilerleyen maçlarda performansının artmasını bekliyorum. Nihat konusuna girmek bile istemiyorum, keza midemi bulandırmaya başladı artık. Sene başından beri söylüyorum ; Nihat eski Nihat değil... Kanatlarda oynayamıyor, tek çözüm forvet oynaması. Eğer yararlanılacaksa bu bölgede yararlanılmalı öbür türlü oyunun içine giremiyor ve uzaktan şut çekip bizi çileden çıkarıyor. Yani klasik Türk forvet triplerinde şu an Nihat. Ne diye haykırıyorduk biz en zor zamanlarda tribünlerde ? ''İnanın çocuklar, güzel günler göreceğiz, güneşli günler'' diye değil mi ? Bekleyeceğiz, göreceğiz...

Cumartesi, Ekim 23, 2010

Perşembe, Ekim 21, 2010

Hakan ?


Manisaspor maçında ıslıklanmasına müthiş bir tepki göstermişti tribünler, ama artık kredisini tüketti. Schuster'de de hata var tabii ki, resmen Hakan'ı taraftarların önüne attı şu maçla... Sadece bendeki kredisi '' 0 '' değil Hakan'ın. Diğer taraftarlarda böyle düşünüyor, düşünmeseler maçın son anlarında ıslıklamazlardı Liverpool fatihini. Eğer bir maçta daha böyle oynarsa sonuç hezeyan olur onun için. Cenk ve Rüştü'nün sırası geldi de geçiyor, umarım Schuster Hakan konusunda inada binmez. Böylelikle hem Hakan küfür yemekten kurtulur hem de biz ekran başında kederlenmekten kurtuluruz.

Çarşamba, Ekim 20, 2010

Alakaya Maydanoz #2 ; CR/Q 7



Ricardo Quaresma ve Cristiano Ronaldo... Alex Ferguson Ronaldo yerine Quaresma'yı alsaydı.......... Şaka şaka o muhabbete girmeyeceğim, bu alanda saçmalama katsayımı evereste tırmandırma hevesi içindeyim ve bunu da başaracağıma inanıyorum. Neyse efenim gelelim konumuza. Konumuz, daha doğrusu sorumuz ; Quaresma'nın olduğu bir takıma Cristiano Ronaldo gelirse ne olacağı şeklinde. Durun durun hemen ''taktik-tekniğe girecek bayıltacak yine yeaaa'' demeyin, sadece işin daha renkli bir boyutuna gireceğim.


Dünya üzerinde ki bütün spor kulüpleri büyük bir oyuncu aldıkları zaman mutlaka o oyuncunun getireceği marketing gelirini de hesaplar. Hatta bazı kulüpler bonservis bedellerini bile bu parayla karşılayabilmektedirler. Futboldan bir örnek vermek gerekirse ; dünyanın en pahalı oyuncusu olan Cristiano Ronaldo için Real'in Manchester United'a ödediği rakam 90 milyon € buna karşılık Real'in Adidas'tan aldığı para 762 milyon €(2007 yılına göre)... Karşılaştırmaya gerek duymuyorum, 762'nin yanında 90 biraz çerez gibi kalıyor. (NOT : Uğur Meleke'nin konu hakkındaki yazısını okumak için sizi şöyle alalım.) Yanılmıyor isem ; Ronaldo'nun yıllık kazancı sadece formasından kazanılan gelirle bile ödenebiliyor...
Durum böyleyken futbolcuların sırt numaraları da önem kazanıyor. Yine Ronaldo'dan gidelim ; United'da iken giydiği numarayı Real'e gelirken bırakmak zorunda kaldı o numaranın Raul'de olması sebebiyle. Fakat Raul gittikten sonra sırtına geçirdi 7 numarayı. Ancak o numara Raul yerine başka birisinde olsaydı mesela ; Higuain'de... O 7 numara Arjantinli'ye yar edilmezdi, tıpkı Kaka'nın gelirken Gago'nun 8 numaralı formasının üstüne atlaması gibi... 


Ülkemizde de bu tip örnekler mevcut. En yakın tarihte olanlarından bahsedelim. Nihat, Beşiktaş'a geldiği sezon 8 numara Uğur İnceman'da idi. Fakat Nihat gibi bir starın(!) takıma kazandırılması Uğur'un bu forma numarasını taşımasına engel oldu. Sonuçta ; Nihat 8'i aldı Uğur 25'i. Yine Beşiktaş'tan gidelim... Sezonun en bomba transferi Ricardo Quaresma'da numara hırsızlarından. O da Beşiktaş'ın genç sağbeki Rıdvan Şimşek'in numarasına kondu, tıpkı Nihat gibi... Bir de Galatasaray'da yaşandı sanırım bu tip bir olay. Lincoln transfer edildiğinden 10 numara o dönemler Necati Ateş tarafından giyiliyordu. Lincoln mektup mu ne yazıyordu Necati'ye ''10 numarayı bana verir misin ?'' diye. Necati ilk başlarda kabul etmese de yöneticilerin baskıları sonucunda 35 numarayı giyeceğini açıklamıştı hatta. Ancak Kalli Necati'yi postalayınca 35 numarayı giyemedi Galatasaray'da.


Şimdi ise gelelim asıl konumuza ; '' Q7'nin olduğu bir takıma CR7 gelirse ne olur ?''  sorusuna yani. Evet içinden çıkılması güç bir konu. Sporting Lizbon'u saymazsak sadece milli takım forması altında gördük bu ikiliyi aynı takımda. Euro 2008'de Ronaldo ; 7 numara ile mücadele etmişti, Quaresma ise ; 17 numarayla. Ronaldo'nun şu anda bulunduğu konum itibariyle 7 numarayı alma ihtimali daha yükseklerde gibi. Ancak forma numarası Quaresma da ise durum biraz zor gibi. İki oyuncununda egoları Nepal'deki dağların yükseltisinden bile fazla... Bu durumda galibi ve 7 numaranın sahibini yapılacak olan yetenek yarışmaları belirler diyorum ve saçmalama evremi tamamlıyorum.


 Hee bu arada alttaki anketten oy verebilirsiniz kimin yetenek yarışmasını kazanıp 7 numarayı alacağı konusuyla ilgili olarak.


Pazartesi, Ekim 18, 2010

Fabricio Oberto Efes'e Mi Geliyor ?


TheHoopsMarket'e göre ; Efes Pilsen Fabricio Oberto'ya kontrat teklifinde bulunmuş. Oberto'yu bilen biliyor, son Dünya Şampiyonasında canlı izleme fırsatımız da olmuştu kendisini... Bu transferin gerçekleşmesinin tek engeli ise Portland Trail Blazers imiş. Portland'ın pivot sıkıntısı hepimizin malumu, müzmin sakatlar ordusunun yükünü çeken Juwan Howard'da Miami'ye gidince Oberto'ya yönelmişler anlaşılan. Ne yalan söyleyeyim Portland'a da iyi gider. Hem takımın tecrübe kazanmasına yardımcı olur, hem de iyi bir backup center olur. Yalnız Oberto fazla para isterse bu transfer yatabilir bence, çünkü zaten Portland'ın pota altı oyuncuları ''cam adam Gökhan Zan'' klasında sakatlanıyorlar bu durumda elde sadece Jeff Pendergraph kalıyor. Onunda vaziyeti belli zaten. Tamam belki play-off'lar da kaldırabilir orayı Oberto ama normal sezonda kaldıramaz. 35 yaşında NBA temposunda oynamak her babayiğidin harcı olamaz zaten. Portland oraya bir pivot daha alacaktır tahminlerime göre, ama belli olmaz uzun rotasyonunu böyle de bırakabilirler.


Efes Pilsen'e gelmesi ise çok çok çok müthiş bir olay olmaz elbet ama yine de iyi bir transfer olur. Sezon başı transfer edilen Raduljica'nın sakat olması pota altını sıkıntıya sokuyordu zaten, bu transfer ilaç mahiyetinde olabilir. Fakat ; ben bu transferin taktiksel bir hamle olmadığı kanaatindeyim. Cumhurbaşkanlığı Kupasında -zorla- kazanılan Fenerbahçe Ülker ve ligde kaybedilen Antalya maçının bu transfere ön ayak oladuğu kanaatindeyim. Hee bir de Fenerbahçe Ülker'in kurduğu kadronun kamuoyunda şimdiden şampiyon ilan edilmesinin getirdiği baskıda var. Oberto iyi bir takviye olur, umarım Efes Pilsen'e gelir de Sinan Erdem'de bir kez daha izleme şansımız olur onu...

Selam, Biz Yolunacak Olan Kazlarız !



Porto maçı biletleri satışa çıkarılmış efenim bugün, tahmin edileceği üzere büyük bir fiyat şişirmesiyle hemde... Diyeceksiniz ; ''Guti ve Quaresma'yı izlemek istiyorsan paraya kıyacaksın abicim''. İşte o öyle olmuyor maalesef. Biraz eskiye dönersek gayet net bir şekilde anlaşılacağımı düşünüyorum...


Fii Yapı -Şeref Bey- stadının durumu içler acısı Saraçoğlu ile karşılaştırınca. Tuvaletler, büfeler falan filan bunlar işin angarya kısımları, iki stada da giden insanlar anlamıştır benim ne demek istediğimi. İşte bu stadda maç izlemek -en ucuzundan- 75 TL... Evet, evet 75 TL. Peki geçtiğimiz sezon oynanan Fenerbahçe - Twente maçında ki en ucuz bilet fiyatı ne kadar ? Tam olarak 55 TL... Karşılaştırmak pek zor değil. İki maçın da önemi ve büyüklük derecesi aynı düzeyde. 


''Fenerbahçe ile Beşiktaş bir olur mu hiç ?'' derseniz de ona karşı da bir antitez üretebilirim. Yine geçen seneye gidelim. Yer : Şeref Bey Stadı, Maç : Manchester United maçı... Yani ; Şampiyonlar Ligindeki en güçlü takımlardan biri ile Beşiktaş oynuyor. Pekiii o maçtaki en ucuz bilet fiyatı ne kadar ? Yine 75 TL, ee ne anladık biz bu işten ? Şampiyonlar Ligi ile Avrupa Ligi eşit seviyeye indirildi de bizim mi haberimiz yok ? Quaresma ve Guti etkisi mi bu sadece ? Yoksa yönetimin kendini tatmin etme çabası mı ?.. Fenerbahçe'den girdik devam edelim oradan. Yaklaşık 2 sezon önce ki Fenerbahçe - Arsenal maçına gidelim... Orada ki en ucuz bilet fiyatı ; 66 TL ! Bu maçta, Beşiktaş - Manchester United maçı kadar raitingi olan bir maç ve fiyat 66 TL. Merak ediyorum yeni stada geçicince bilet fiyatları ne kadar olacak, şu düzeyde kalacaksa iyi. En azından paramızın karşılığını almış oluruz, içimde Beşiktaş sevgisi olmasa beni vursanız şu rakamları ödemem şu stadda maç izlemek için ama napalım seviyoruz...


Türkiye'de sosyoekonomik şartlar elverdiği sürece taraftarsınız(müşterisiniz), onun dışında değersiz çöpten başka bir şey değilsiniz yöneticilerin gözünde. Neymiş efenim ''çıldırt bizi başkan, baştan çıkart bizi başkan'' ! Hadi be oradan !

Günün Karesi ; Yılmaz Vural...



Günün karesi ; Yılmaz Vural'dan geliyor... Dün oynanan Kasımpaşa - Trabzonspor maçı herkesin bildiği gibi 0 - 7 bitti, işte bu görüntü de Trabzonspor'un 7.golü sonrasında takıldı gözlerime. İnci Sözlük capsi olarak bile kullanılabilir bu görüntü, gerçekten müthiş bir reaksiyon göstermiş gole Yılmaz Vural... Milli takımın başına mı geçmek istiyordun Yılmaz Hoca ? öhöm öhöm.

Pazartesi, Ekim 11, 2010

UTANIYORUM !

Utanıyorum hatta iğreniyorum sizin gibi karaktersiz yöneticilerle aynı takımı tutmaya...


Hiçbiriniz hak etmiyorsunuz en ufak bir övgüyü, sevgi sözcüğünü. 


Allah'ınızdan bulun diyecek bir şey bulamıyorum artık. Çirkinleşmenin en son raddesine vardınız. Bir insanın ekmeğiyle oynayıp onun futbolu bırakmasını sağladınız. Bizleri bir kez daha utandırdınız. Neden karaktersizsiniz ? Neden ? Açıklayın şunu kamuoyuna ! 20 saniyede istifa edip sonra Beşiktaş'ı sevgisinden(!) geri gelen, küfür yemeyi şerefine yediremeyen insanlar değil misiniz siz ? 


Bu kadar şerefli(!) yönetici bize fazla... İnsanlık tarihi bünyesinde değerlendirmek lazım sizleri, yok insanlık sizi kesmez ! Siz dinazorlarla ancak anlaşırsınız, gidip onlara Beşiktaşlılık duruşunu anlatmaya çalışırsın. Rahat bırakın Beşiktaş'ı, babanızın kahvehane işletmesi mi orası ? Pascal Nouma bir semboldür, Beşiktaş sembolüdür ! Umarım onu düşürdüğünüz duruma siz de düşersiniz sevgili şerefli(!) yöneticilerimiz...

Cumartesi, Ekim 02, 2010

Alakaya Maydanoz #1 Cihan vs. İvedik



Bu bölümde birbiriyle alakasız iki kavram/isim/vs... paylaşmayı düşünüyorum. İşte onlardan ilki...


Efenim ne zaman Recep İvedik ismi benim bulunduğum bir ortamda zikredilse, benim hemen aklıma Cihan Haspolatlı geliyor. Biliyorum deli olduğumu düşünüyorsunuz ama bir açıklaması var. Recep İvedik 1'in toplum üstünde yarattığı etki sebebiyle 2. filme gitme gafletinde bulundum. O zamanlar çevremde bulunan en iyi sinema Ataköy Atrium'da konuçlandırılmıştı, ehh fena sayılmazdı... 


Girdik filme izliyoruz, beklentilerimin altında kaldığına mı yanayım, bütün paramı orada yememe mi diye düşünürken ara verildi. Arada inanılmaz bir şekilde Cihan Haspolatlı'ya rastladım, AVM kıtlığı çektiğimiz senelerde Galatasaray oyuncuları baya sık gelirdi Atrium'a, herhalde o zamanlardan kalma bir alışkanlıktır diye düşündüm. Derken yanına gittim konuştum, o zamanlar Bursa'da oynuyordu galiba... Filmden konuştuk onu da tatmin etmemişti, Şahan Gökbakar'a saydırıp durdu benim gibi, ardından telefonu çaldı ve izin isteyerek yanımdan ayrıldı. Gayet beyefendi ve nazikti. Dışarıdan görüldüğü gibi sert ve ketum değildi en azından. Şu anda Galatasaray'da oynayan oyunculardan 10 kat daha Galatasaraylı olduğu apaçık ortada Cihan'ın, yetenekleri sınırlı olabilir ama en azından yüreğini sahaya koyardı. Belki de Galatasaray'ın içinde bulunduğu durumun bir açıklaması da bu oyuncuların takımdan tasfiyesi olabilir. Garip bir yazı oldu Recep İvedik'ten girdik, Galatasaray'dan çıktık. Elimden geldiğince bu yazı dizisini devam ettirmeye çalışacağım. Kısacası hoşuma gitti bee.

Çarşamba, Eylül 29, 2010

Kurban Berdiyev Maç Sonu Toplantısı...



...


Kurban Berdiyev : ehehehehehehehehe soydaş Yılmaz Vural cCc. Guardiola yapmak var şov, İzpanya milli marşını bile okumayı beceremiyır ! Pabucumun Katalan'ı Guardiolojşalksşldklasxmas.


Basın : Efendim İspanya milli marşının sözleri yok !?!?


Kurban Berdiyev : ezübüzümüzüezübüzümüzü iğhh(ERROR ERROR ERROR) buradan uefa'yı kınamak var ben. biz olmamak deneme tahtazi, asla da olmayazak, hakemler hakkında konuşmak istemiyır ben ama oyuncuların emeğine yazık olmak var !

Leeds'ten Gol Haberi Mi Var ?


Leeds 4 v 6 Preston 28/09/10
Yükleyen sparkyman2. -
Hikayeyi bilmeyenler için anlatalım. Dün Leeds kendi evinde Preston'ı ağırladı, iyi hoş da bu maçın buraya konu olmasının sebebi ne ? Hemen oraya da gelelim ; maç 6 - 4 Preston'ın üstünlüğü ile sona erdi, üstelik leeds 4 - 1 öne geçtikten sonra bu skor ortaya çıktı. Hani bir tabir vardır ya ''bu maçı 100 yıl konuşurum'' diye, işte o tabire cuk diye oturan bir maç oldu bu. Golleri izleyemeyenler için üstteki videoyu paylaşıyorum gerçekten enteresan bir maç olmuş, ben leeds taraftarı olsam 20 sene bu travmadan çıkamam. Ne diyelim Allah kolaylık versin...

Pazar, Eylül 26, 2010

Seviyoruz Sizi !



Dün o kadar eleştirdim Hakan'ı bugün ise FORZA'dan şu resmi koyarak sevgimi dile getirmek istiyorum. Her ne kadar hata yapsanız da -hatta bu hatalar yenilgilere bile sebep olsa- seviyoruz sizi. Arada hatalar olur normal karşılarız, eleştirmekte en doğal hakkımızdır, ama hiçbir zaman bazıları gibi satılmış tezahüratları yapmayız, dedim ya biz seviyoruz bu takımı ve sizleri... 

Cumartesi, Eylül 25, 2010

Hakan ve Kasaplara Rağmen ; Ernst !..



Neymiş efenim Medical Park Antalyaspormuş ! Yav bırakın Allah'ınızı severseniz, kaç yıllık takımı madara etmeyin şu özel hastane şeysiyle. Gerçi elde bulunan kasaplar yeterince madara ediyorlar güzelim takımı ama neyse. 


Quaresma aldığı darbeler yüzünden yerde kıvranırken...
Erkan Sekman, Sedat Ağçay ve Ertuğrul gibi futbolcu bozmalarını bir kenara bırakırsak ligin zevk veren takımlarından birisi Medical Park Antalyaspor, başlattırmayın Medical Park'ına ! Antalyaspor işte. Sekman'la geçen sene İnönü'de ki Gaziantep maçında taraftarın yarım kalan bir hesabı vardı, o maçta da çirkeflikleriyle ön plana çıkmıştı tıpkı bu maçta da olduğu gibi. Sedat Ağçay ve Ertuğrul'dan bahsetmeyi gerekli görmüyorum bile, onlar zaten ligin gedikli kasaplarından. Geçen sene Galatasaraylılar çok yapardı bu kasap muhabbetini, pek anlayamamıştım o zamanlar bu serzenişi ama şimdi daha iyi anlıyorum. İki üç tane kreatif hareket yapan adam bir anda hedef adam haline getiriliyor bu kasaplar tarafından. Futbol izleme zevki de bırakmıyorlar adamda. Quaresma'ya yapılanları kimse görmezden gelmemizi beklemesin, Sekman resmen biçti adamcağızı. Hakemde sessiz kaldı desem yalan olur yaptı yapmasına görevini de bir türlü kırmızı kartı çıkarma cesaretini gösteremedi...


Kasapları ve oyun içindeki çirkeflikleri bir yana bırakıp oyundan bahsedelim biraz. Schuster kadar futbolu bilmem imkansız, ama şu da bir gerçek ki Cenk bu takımın 1.kalecisi, en azından performansına bakarak bunu anlamamız mümkün. Yanılmıyosam Beşiktaş forması altında sadece 1 gol yedi Cenk, bu da onun neden Hakan'ın yerinde olması gerektiğini gösteriyor kanımca. Şu maçta yaptığı hatalara bakarak değerlendirmek istemiyorum Hakan'ı ama Hakan'da hep aynı hataları yapıyor be kardeşim ! Müthiş bir çizgi kalecisi Hakan ama sadece müthiş bir çizgi kalecisi, ne ayak-el kordinasyonu üst seviyede ne de yan top bilgisi. Yediği bütün gollere bakın, hepsi birbirinin fotokopisi. Bu arada Rüştü yaşıyor değil mi ?


Schuster'i eleştirmemiz gereken bir diğer nokta da şu üçlü ön libero mevzusu. Evinde oynadığın bir maçta -hem de 2. seviye bir anadolu takımına karşı- üç tane ön libero ile çıkarsan eleştirilirsin doğal olaraktan. Şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim ki Ernst şu performansı sergilemeseydi Schuster büyük eleştiri bombardımanına tutulurdu. Bu sistemde Necip biraz daha ofansif olarak düşünülmüş olabilir, ancak Necip henüz hücumsal olarak o seviyede değil. Bugün düşünülenin aksine Ernst o görevi üstlenmeye çalıştı. Guti'nin yokluğunda paslarıyla ve mücadelesiyle onu aratmadı. Hilbert'in sağbek performansına da değinmek lazım. Erhan Güven'den daha iyi bir performans sergilediğini düşünüyorum, hücum ile savunma arasındaki bağı çok iyi kurdu. Erhan'ın hücumdaki, Ekrem'in ise defanstaki savrukluğu yoktu onda. Gerçi yaptığı hatayla her şeyi berbat ediyordu ama olsun performansı ilerisi için umut vericiydi. En azından Rıdvan dönene kadar o mevki için iyi bir alternatif olabilir. 




Beşiktaş genel anlamda iyi ama şu saçma salak defans hataları takımı müthiş derecede zorluyor. Bugünkü örneğinde olduğu gibi adamlar pozisyon yaratmakta zorluk çekerken biz golü onların önüne altın tepside sunuyoruz, artık sistem de oturdu bu hatalar tamamen oyuncu kaynaklı hatalar. Bu saçmalıklara da bir son verebilirsek ileride daha iyi yerlere gelebileceğimize inanıyorum, sonuçta Schuster bizim için bir şans bunu değerlendirmemiz lazım. Heee bu arada son bir not ; Tayfur'un tribünde olması takımdaki yerliler ile Schuster'in arasını açabileceğini düşünüyorum. Özellikle Toraman'ın hal ve tavırları takımda gruplaşma olduğu yönünde dedikodular çıkarabilir, umarım bu sorunda en kısa zamanda çözülür. Şairin de dediği gibi inanın çocuklar, güzel günler göreceğiz güneşli günler !

Öneri #1



Eveet, geçenlerde ülker'in yönetim kurulu reklamlarını yapmam için bana teklif getirdiler, ben de kabul ettim. Şaka be şaka, reklam meklam yok. Sadece beğendiğim bir şeyi tavsiye etmek istedim sizlere. Reklamlarında ki tüm antipatikliğe rağmen müthiş bir lezzeti var(gurme felan da olmadım, ne Mehmet Yaşin'im ne de Veda Milor ehehe). Yıllardır şu halley'in küçükleri çıksa da yesek diyordum, diye diye çıkarmışız işte. Yumulun insanlaaarrr !

Cuma, Eylül 24, 2010

Ruhun Şad Olsun Kazım Kaptan !



2 sene olmuş dile kolay 2 sene...


Tutamadı kimse yerini, dolduramadı o ekranı/gazeteyi/radyoyu kimse ama kimse. Bir sen vardın abi, bi de Vedat kaptan ! İkinizde yoksunuz şimdi, yokluğunuzda şaklabanlar geçti yerlerinize. Yok abi yok ! Beşiktaş'ı, Beşiktaş'lıyı savunan yok ! Kendi işimizi kendimiz görüyoruz, yoksun be abi ; ne Selçuk Yula'nın çenesi kapanıyor, ne de Hıncal Uluç'un... Ah be abi siz olacaktınız, bakalım bu kadar sallayabiliyorlarmıydı Beşiktaş'ımın arkasından. İçin rahat olsun, emanetine sahip çıkmak haddimize değil ama, biz de bir şekilde savunmaya çalışıyoruz Beşiktaş'ımızı...


Göremeden gittin ; Quaresma'yı, Guti'yi, Necip'i ve şampiyonluğu. Aslında gördün her şeyi ama bizle beraber görmeni isterdim be abi, yokluğunu hissetmemek mümkün mü ? Bizden olanlara selam söyle abi sen rahat uyu biz buradayız. Gücümüz, dilimiz, parmaklarımız yettiği sürece Beşiktaş'ı savunacağız. Her şeye ama her şeye rağmen Beşiktaş !!!

Pazar, Eylül 19, 2010

Schuster'in Egosunun Son Durumu...

Facebook Taraftarlığı - Çocukluk



Zamanında ; biz çocukken Facebook felan yoktu. Facebook'u bırakın, bilgisayar bizim için bir hayaldi. Bilgisayarımız olmadığı için en büyük eğlencemiz ''karne hediyesi'' olarak bize alınan bisikletlerdi. Şehrin boğukluğundan ancak o bisikletlerle kaçabilirdik. Bazen bir dondurmacıda durup ''karışık-çikolata soslu'' birer dondurma alıp yolumuza öyle devam ederdik. Kendimize bazı özel yerler de edinmiştik. Hatta hiç unutmam bir bahçeye ''bisiklet otoparkı'' adını vermiş  idik. Zamanın amerikan çocuk filmlerinde ; bütün çocukların bir mekanı olurdu bu bir ağaç ev veya gizli bir bölme olurdu genellikle. Bizimki de o hesap işte. Bisiklet otoparkını kendimize yer edinmiştik, orası bizim mekanımızdı. Orada yer, içer, dinlenir ve tüm bu aktiviteleri yaparken sohbet ederdik. Sohbetlerimiz genellikle futbol etrafında şekillenirdi. Elimizde sıcaktan eriyen dondurmalarla gayet güzel ve seviyeli bir futbol muhabbeti edebiliyorduk. Dedim ya Facebook'umuz felan yok, şimdiki çocukların facebook aracılığıyla gerçekleştirdiği olayı biz o bahçede yüz yüze iken yapıyorduk. Derbi maç mı vardı ? Hemen orada konuşur çocuk aklımızla yorum yapar ve arkadaşlarımıza üstünlük kurmaya çalışırdık. Genelde konuşmalarımız ''tamam olum sahada görüşçez'' şeklinde bitse de iğnelemelerimiz her zaman devam ederdi. Derbinin ertesi günü ise o bahçede küçük bir cümbüş sergilenirdi. ''N'oldu nası koyduk'' tarzında etrafta dolanan bir taraf ''hakem penaltımızı vermedi bikerem'' diye dolanan ikinci bir taraf... Açıkça konuşmak gerekirse o iki taraftan birinde olmanın verdiği hazzı hiçbir şeyden alamadım, sonuçta futbolun amacı eğlenmek ! Biz eğlenmenin babasını yapıyorduk o küçük bahçede. Bizim için takım tutmanın amacı ; eğlenmek ve arkadaşımıza üstünlük kurmak idi. Peki ya şimdi ki çocuklar için durum ne ?


Şimdilerde ise durum farklı... Bizim zamanımızda ki bisiklet ve mekan olayı yerlerini bilgisayar ve Facebook'a bırakmış durumda. Çocuklar tamamen antisosyal bir ortamda sosyalleşiyor desem yanlış olmaz herhalde. Tek bildikleri şey ; video/bağlantı paylaşıp karşısındakine namünasip bir yoldan mesaj vermek. Şimdiki çocuklar takım tutmuş olmak için takım tutuyor, eğlenmek için değil. İşte böyle garip bir homeostoz içinde yeni çocuklar, yada biz homeostoz içindeyiz(ironinin belini kırdım sonuçta iki taraftan biri homeostoz içinde). Facebook'ta ki paylaşımlar o kadar olgunluktan uzak ve aptalca ki insanın sinirlerini über seviyeye çıkarıyor. Bir de bu paylaşımların kaynağı olan gruplar var değil mi ? İşte o grupların benim gözümde dilenciden farkları yok. ''İşte bilmem kaç kişi burada sen nerdesin, yok bilmem arkadaşlarınıza önerin - destek olun'' vs. vs. Bu kadar yılışık ve sinir bozucu olmayı nasıl başarıyorlar inanın bana bilmiyorum. Sorun bu adamların paylaşımları değil, sorun bu adamların pompaladığı düşünceler. Paylaştıkları her bağlantı çocuklar tarafından hiç bir filtreye tabi tutulmadan olduğu gibi kabul ediliyor, çocuklar kendi fikirlerini iki tane dandirik insanın dediklerine göre şekillendirme hatasına düşüyorlar. 12 yaşındaki kardeşim ve 9 yaşındaki kuzenim üzerinde gözlemlediğim kadarıyla bu iş çığrından çıkmış durumda. ''Neden hayat bizim çocukluğumuzda ki gibi değil'' diyen ebeveynlerin serzenişini şimdi daha iyi anlayabiliyorum.


Eveet, iki paragraf iki fark. Bu yazıyı yazmamın tek amacı kendi neslimle yeni nesil arasında ki farkı ortaya koymaktı. İnsanların salak yerine konulduğu bir gerçek bu Facebook grupları sayesinde. Benim kimse üstünde irade kurma hakkım yok ama yine de size naçizane tavsiyem şudur ki bu gruplara prim vermeyin. Unutmayın osuruğa gülenin osuruk kadar aklı vardır...

Cuma, Eylül 17, 2010

Adam Değilsin Zlatan !



Evet, şu günden itibaren Zlatan Ibrahimovic benim için bitmiştir. Neden mi ? Videoyu izleyin anlayacaksınız beni. Videoda görüldüğü üzere Zlatan adlı karaktersiz, takımın 19 yaşındaki oyuncusu Rodney Strasser'a genelde kick boksta gördüğümüz bir tekme atıyor ! Bunu sadece ama sadece 19 yaşında olan Sierra Leone'lu bir çocuğa yapıyor !!! Zaten yıllarca ezilmiş bir halktan gelen çocuğu o da eziyor. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi kankası Ronaldinho'nun yanına gidiyor ve birlikte gülüp eğleniyorlar. Kelimeler kifayetsiz kalıyor, Zlatan karaktersizi için. Elbet bir gün o da böyle bir tekme yer, acılar içinde ağlar. ADAM DEĞİLSİN ZLATAN !!!

Perşembe, Eylül 16, 2010

Kelinden Öpüyoruz Fabian...



''Sabreden derviş muradına ermiş'' demişler atalarımız. Çokta güzel söylemişler, tam bu maçın ruhuna uygun bir sözcük öbeği çünkü. Maçın başından sonuna kadar ; sürekli ve istikrarlı bir hücum performansı ortaya koydu Beşiktaş...


Maçın iki kahramanı ; İbrahim Üzülmez ve Guti aynı karede.
İlk yarı bazı oyuncular saç baş yoldurtma modunda olmasına rağmen ileride ki baskı ve hücum pres bu oyuncuların bile iyi gözükmesini sağladı. Fakaat bir oyuncu hariç... Bu oyuncunun ismi Filip Holosko idi. Ben ilk defa Holosko'nun Beşiktaş formasıyla böyle kötü oynadığını gördüm, sistem içinde sırıttı, gelen topları ezdi, kısacası kendi özelliklerinin hiç birisini sergileyemedi. Lig maçlarında kadroya alınmaması ve hakkında yaratılan spekülasyonların doğurduğu bir performans olarak bakıyorum olaya ben. Yalnız Holosko bu maçla kredisini doldurduğunu bilmeli, çünkü arkadan gelen Hilbert, Ekrem, Nihat ve - bu maçta sonradan oyuna giren - Quaresma var. Umarım toparlanır Holosko, tabi temennilerle olacak iş değil ama olsun ben yine de umudumu korumaya devam edeceğim.


Çok pembe bir tablo da çizmemek gerek. Evet, Beşiktaş iyi oynadı, baskıyı iyi kurdu ama bunların hepsi CSKA maçı özelindeydi -ki bu maçtan bile çıkarmamız gereken bazı sonuçlar olduğunu düşünüyorum. Bu maçla bir kez daha anlaşıldı ki kapanan takımlara karşı pozisyon bulmakta zorluk çekiyoruz(bkz. bucaspor maçı), özellikle Quaresma'nın oyunda olmadığı bölümlerde hücumda üretkenlikten uzak bir Beşiktaş izledik. Tamam belki tek kale oynuyorduk ama yine de ceza sahasına giremiyorduk. İleride tamamen Guti'nin yaratıcılığına ve Tabata'nın duran toplarına kalmıştık. Bu bizim için bir tehlike diye düşünüyorum, takım Quaresmasız oynamayı zamanla öğrenecek elbette ki, ama bu sürecin biraz hızlandırılması gerek. Ligde ve Avrupa'da oynayacağımız önemli maçların arefesinde olmamız beni bu kanıya sürükleyen olgu. 


Öte yandan takımın ileride ki top kapma hevesi taraftarın sevinmesi gereken bir nokta. ''Geçen sene bu top kapma hevesi yok muydu ?''dediğinizi duyar gibiyim. Vardı elbette ama daha geride basıyorduk topa bu da ileride biraz zayıf kalmamıza sebep oluyordu, çünkü biz topu alana kadar rakip defans yerleşiyordu. Geçen sene ki kazanma isteği ve mücadelenin bir türlü üç puana dönmemesinin sebebi de buydu. Tabi bu oyunun getirdiği risklerde mevcut. Kabul etmeliyiz ki bu heves Schuster'in oyunu ileride oynatma ısrarından kaynaklanıyor, peki bu ne demek ? Bu defansın önde olması anlamına geliyor, Schuster'in sisteminde ki anahtar nokta yani. Bu sistemi hızlı defans oyuncularıyla oynayınca bir problem kalmıyor ama Beşiktaş gibi ağır defans elamanlarına sahip bir takım için büyük tehlike arz ediyor. Şu an için en büyük problemimizin bu olduğunu düşünüyorum, umarım derbi de bu zaafiyetimiz yüzünden gol yemeyiz, çünkü Fenerbahçe'nin elinde ki hızlı ve yetenekli oyuncu sayısı çok fazla, şimdiye kadar oynayacağımız -isim olarak- en iyi kadro. Gerçi bu maçta Necip'in de oynayacağını düşünürsek defansif anlamda endişelerimizi bir kenara bırakabiliriz, ama belli olmaz araya bir top atılır Stoch, Niang, Kazım  gibi adamları yakalayamadan bir de bakmışız ki yemişiz golü. Umarım bu kazanma isteği ve bu hücum pres devam ettirilir Fenerbahçe maçında. Takıma Nihat, Quaresma ve Bobo gibi isimlerinde ekleneceğini ve şuan ki form durumumuzu da göz önüne alırsak bir adım önde gibi duruyoruz. ''Derbi maçların favorisi olmaz'' geyiğine girmeyeceğim ama hakikaten belli olmaz, büyük konuşmayalım. Maçın anahtar ismi Schuster, kimleri oyuna süreceği, hangi taktiği benimseyeceği bende bir merak uyandırıyor. Aykut Kocaman'ı mat edicek hamleleri yapabileceğini düşünüyorum. Umarım bu temennilerim gerçekleşir de hala takıma inanma konusunda problem yaşayan insanları da yanımıza çekeriz. Haa bu arada unutmadan ; iyi olan kazansın, ne de olsa adettendir.

Çarşamba, Eylül 15, 2010

Boston Celtics Şutör Aryaşında...



Kulislerde uzun sürelerdir konuşulan bir iddiaya göre Boston ; Rashad McCants, Cuttino Mobley ve Trenton Hassel'dan birisini kadroya katacakmış. Dış oyuncu rotasyonunu Von Wafer ile güçlendirmeye çalışan(!) Celtics'in bu hamlesinin ne yönde olacağı merak konusu. Lakers'ın sözleşme yenilemediği Adam Morrison'da seçenekler arasındaymış. Bu dört oyuncu çoktan Boston kampına katılmışlar, beklenilen bu dördünden birinin kadroya katılması.


Boston başkanı Danny Ainge bu oyuncularla ilgili bazı şeyler söylemiş ; ''McCants iyi gözüküyor, şut konusunda iyi, o takımı bir üst seviyeye çıkarabilecek oyunculardan birisi. Açık konuşmak gerekirse onun neden NBA'de oynamadığına şaşıyorum. Adam Morrison'da aynı özelliklere sahip, şut ve pas yeteneği iyi. Çok aç ve fit görünüyor. Bu dediklerimin hepsini Hassel ve Mobley içinde söyleyebilirim, onlar da iyi oyuncular. Özellikle Mobley geçtiğimiz iki sezon boyunca oynamamanın getirdiği bir hırsın içinde, herkese nasıl oynadığını hatırlatmak istiyor.'' Bu konuşmadan bazı şeyler çıkarmak gerekirse Trenton Hassel biraz ikinci planda kalmış görünüyor diğer oyunculara göre. Rashad McCants konusunda söyledikleri şaşırtıcı Ainge'in, NBA'de bulunduğu süre içerisinde kayda değer hiçbir şey ortaya koyamayan birisi hakkında böyle konuşması garip. Fakat McCants'i öne çıkaran bir opsiyon var bu da ismi ! İşin şakası bir yana Rashad McCants'in de bir adım geride olduğunu düşünüyorum ben. Bu durumda geriye Mobley ve Morrison kalıyor. Cuttino Mobley NBA'in tecrübeli şutörlerinden, bu üç oyuncudan da daha güvenilir bir oyuncu ama onun da sağlık problemleri sorun teşkil etmekte. Bilindiği üzere kronik bir kalp rahatsızlığı var Mobley'nin, bu sebepten dolayı da emekli olmaya karar vermişti. Ocak ayında oynayabilir raporu almasının ardından geri dönme kararı almış, ama bana göre Ainge bu riski almayacaktır. Eee geriye kim kaldı ? Adam Morrison !!! Aman Yarabbi !!!! İşin aslına bakılırsa Morrison iyi bir oyuncu, NBA'e ; NCAA sayı kralı olarak adım attıktan sonra bir türlü kendisinden beklenilen gelişmeyi gösterememesine rağmen. İlk sezonunun ardından ağır bir sakatlık geçirdi bu onun kariyerini sekteye uğratan olay oldu kanımca. Sakatlıktan döndükten sonra da bir türlü Larry Brown'un gözüne giremeyince Lakers'ın yolunu tuttu. Orada da gerek önündeki oyuncuların kalitesi gerek de Phil Jackson'ın sistemine uymayışı onun iyice gözlerden düşürdü. Ben Morrison için hala bir umut besliyorum ve kontratın da ona verileceğini düşünüyorum. Umarım bu dediklerim için pişman olmam. Bu arada Boston'ın kadrosunda halihazırda 15 oyuncu bulunmakta, bu da demek oluyor ki şutör gelirse kadrodan birisi kesilecek. Bakalım Danny Ainge ne gibi kararlara imza atacak.

Pazartesi, Eylül 13, 2010

Jarvis Hayes Maccabi'ye Gidebilir...



Chauncey Billups, Detroit'te oynarken takım arkadaşı olan Jarvis Hayes için ; ''o takımın en iyi şutörü'' ifadesini kullanmıştı. Billups kendisini ve Richar Hamilton'ı hiçe sayarak 1 numara yapmıştı Hayes'i, herhalde bir bildiği vardır diyerek -o zamana kadar kazma olarak yorumladığım- adamı daha yakından takip etmeye başladım ve gerçekten de Billups'ın övgülerine hak verdim. 


NBA'de ki iyi rol adamlarından birisidir Hayes, ego problemi yoktur, şutu iyidir, kritik anlarda sorumluluk alıp eli titremeden hücumu yönlendirebilir. Her ne kadar son senelerde kariyeri bir düşüş trendine girse de her NBA takımının kadrosunda görmek isteyeceği faydalı bir bench oyuncusudur. İşte böyle bir oyuncuya Maccabi Tel-Aviv talip olmuş İsrail medyasına göre. Şimdilik ortalıkta konuşulanlar bu transferin gerçekleşmesinin zor olduğu, ancak belli olmaz bir bakmışız ki Jarvis Hayes, Maccabi formasını giymiş. Bu arada Maccabi, Hayes'in alternatifini de eski oyuncusu Kirk Penney olarak belirlemiş, Penney'ye ayrı bir sempatim olduğu için onun transferini bir adım daha öne koyuyorum.


Maccabi bu sezon takımın başına eski koçu David Blatt'i getirdi ayriyeten kadroya da Schortanis'i kattı.

İki Resim Arasındaki Fark ? #2



Soldaki ; Tolunay Kafkas sağdaki ise Tunus basketbol milli takımının kaptanı Slimane. Allah aşkına benzemiyorlar mı ?

Antoine Walker Bobcasts'e mi ?



The Hoops Market'in haberine göre Antoine Walker Charlotte Bobcats ile anlaşma zemini arıyormuş. Geçtiğimiz hafta içinde kariyeri bitme noktasında olan Darius Miles'ı denemeye alan Bobcats'in bu hamleyi yapıp yapmayacağı merak konusu. Şu an için Bobcats tarafından kampa katılması konusunda herhangi bir davet alamayan Walker ise lobi çalışmalarını sürdürüyormuş. Takımın önemli isimlerinden Nazr Mohammed ile üniversite arkadaşı olması ve Michael Jordan'la iyi bir dostluğa sahip olması, Walker'ın elini güçlendiren bazı kozlar. Fakat bunların hiçbiri Walker için NBA'e dönüş biletini garantileme anlamına gelmiyor. Çalışmalarını da Kentucky Üniversitesinden koçu olan Rick Pitino ile sürdürüyormuş Walker. Bu çalışmalar sonrasında 11 kilo vermeyi başararak fit haline de dönmeyi başaran Walker'ın geçen sene Porto Riko liginde boy gösterdiğini de hatırlatalım. Ben garanti bir kontrat alamayacağını düşünüyorum Walker'ın. Bobcats'in şut atabilen kısa bir forvete ihityacı olduğu açık ama bu eksikliği Walker ile gidermek saçmalık olur. Piyasada ki diğer opsiyonlara yönelmeleri onlar açısından daha mantıklı. Takımda gelecekleri belirsizliğini koruyan bir çok oyuncu da var. Bunlar Eric Dampier ve Boris Diaw. Dampier'ın serbest bırakılacağı konusunda söylentiler var, Diaw'ın da bir çok talibinin olduğu ve takas edileceği konuşuluyor. Bakalım önümüzde ki günlerde ne gibi gelişmeler olacak Bobcats'de ?

Pazar, Eylül 12, 2010

Bir Rüyaydı Gerçek Oldu !




'' Amerika'yı saymazsak dünya şampiyonu biziz '' dedi maçtan sonra Tanjevic, olaya farklı açılardan bakmak için bizlere bir pencere açtı. Her şeyin üstünde tutulan bayrağın finalde dalgalanması... Gerçekten müthiş bir duyguydu, rüyalarımızın gerçek olduğunu bilmek... Ne diyeyim her şeyiyle müthiş ötesi duygulardı bunlar.


2001 Avrupa Şampiyonası öncesinde parklarda basketbol oynayan bi' çocuğun rüyasıydı final ! Çocuk aklı işte ; hep ABD'nin karşımızda olmasını isterdim. O zamanlar bir iki tane Amerika'lı oyuncu biliyorum zaten ; güya Michael Jordan, Kareem Abdul-Jabbar'a karşı üstünlük sağlayacaktık. Çocukların hayal dünyası geniştir derler ya hakikaten öyle, büyüdükçe bu ihtimal bana saçma sapan gelmeye başlayacaktı. Dillerde 12 Dev Adam şarkıları suratlarda oyuncuların maskeleriyle o şampiyonayı 2. olarak tamamlıyorduk, garip duygular içine girmiştim işte o günlerde. Düşlediğim final geliyor muydu yoksa ? Bekledim sürekli o çocuğun hayalinin gerçek olmasını ; 2002'de olmamıştı Machado gafil avlamıştı son saniyede bizi. 2006'da ise yaklaşmıştık ama orada da nefesimiz yetmemişti... 


Derken yıl 2010 oldu, o çocuk büyüdükçe büyüdü, serpildi ve daha realist olmaya başladı. Turnuva öncesi o çocuğa sorsaydınız ; '' milli takım turnuvada napar ? '' diye, cevabı mutlaka final olurdu, dedim ya işte çocuk aklı. Fakat o soru o çocuğun büyüyüp serpilen versiyonuna sorulsa cevabı ; '' çeyrek final felan '' olurdu, inanmak isterdi o da final oynayacağına takımının ama bunu yapamazdı çünkü o artık bir realist olmuştu... İşte bu takım o realisti yani beni mors eden takım oldu, çocukluğumun hayalini gerçekleştirerek bana müthiş bir ilham verdiler. Evet, evet ilham verdiler, bu başarı sadece sportif olarak kullanılmamalı, her alanda faydalanılmalı. Azmin, çalışmanın, inanmışlığın zaferi bu... Belki kazanamadık kupayı ama olsun bunun getirisine bakmamız gerek.


Bu turnuvada ki başarının bize getirilerini gözlerimle görmekten mutluluk duyuyorum. Diyecekseniz ki bu getiriler neler ? Her şeyden önce bizi futbolun hegemonyasından kurtardılar, bu spor kültürümüzün gelişmesi açısından güzel bir haber. Spor kültürü demişken ; küçük çocuklara basketbolu sevdirdiler. Küçük kardeşim ve kuzenim evde ki ufak basketbol potasına atışlarda bulunurken millilerin isimlerini sayıklıyorlar, bu bizim için müthiş, çünkü artık her küçük yaşta ki çocuğa '' ne olmak istiyorsun '' diye sorulduğunda futbolcu  demeyecekler, artık basketbolcu olmak istiyorum diyecekler. Basketbolla uzaktan yakından alakası olmayan insanların bu sporu sevmesini sağladı şampiyona : Facebook, twiter vb. sosyal paylaşım ağlarını bu insanların, milli takıma ve basketbola karşı olan övgü dolu sözleri meşgul etti hep. Fakat bu getirileri artılara çevirmek bizlere düşüyor, artık basketbol maçları boş salonlara karşı oynanmamalı. Futbolda hangi takımı tutarsa tutsun her basketbolseverin Fenerbahçe Ülker ve Efes Pilsen'in Euroleague maçlarına gitmesi gerekli. Aaa o Fenerbahçe tu kaka dememek lazım sonuçta basketbol başka futbol başka. Aynı durum Efes içinde geçerli, muhafazakar kesim ve Fenerbahçeliler tarafından dışlanmamalı, ne demişler basketbol kardeşliktir(bunu bi' reklamdan çaldım, itiraf ediyorum).




Bu turnuvanın bizim için bazı şeyleri düşünmek adına bir fırsat olacağını da varsayıyorum. Şunu kabul etmeliyiz ki bazı oyuncularımız yaşlandı ve ileride ki turnuvalarda oynayamayacaklar. 78/79 jenarasyonundan olan ; Hidayet Türkoğlu, Ömer Onan, Kerem Gönlüm, Mehmet Okur, Kerem Tunçeri gibi takımın önemli isimleri yavaş yavaş sahneden çekiliyor. Bu oyuncuların yerine koyacak yetenekte adamlarımız var mı peki ? Yetenek açısından var ama mental açıdan var mı bilemiyorum. Halihazırda önümüzde ; Cenk Akyol, Birkan Batuk, Enes Kanter, Furkan Aldemir, Ersan İlyasova, Oğuz Savaş, Semih Erden, Ömer Aşık, Sinan Güler, vs. gibi oyuncular var. Bunların göstereceği gelişim çok önemli. İçlerinden ; Oğuz, Semih, Ömer, Ersan, Sinan ve Cenk milli takımın değişmez isimlerinden ama bu oyuculardan beklentiler daha üst düzeydeydi. İçlerinde beklentilere cevap veren belki de tek isim ; Ersan oldu. Onun dışında ne Sinan ne de Cenk hala istenen seviyeye çıkamadılar. Ömer, Oğuz ve Semih için ise hala beklemedeyiz... Bunların yanında genç milli takımlarda harikalar yaratan fakat az önce de bahsettiğim mental gelişmeyi gösteremeyen oyuncularda var tabi. Örneğin geçtiğimiz Avrupa Şampiyonasında milli takım kadrosunda bulunan Barış Hersek. Şu an ortalarda yok Barış, onun hem Efes'den hem de milli takımlardan takım arkadaşı Bora Hun Paçun'da yok piyasada. Umarım bu oyuncular gerekli mental gelişmeyi göstererek milli takımın değişmez isimlerinden olurlar, çünkü hakikaten buna ihtiyacımız var.




Bir iki paragraf üstte dedim ya ; '' Basketbolla uzaktan yakından alakası olmayanların bu sporu sevmesini sağladı şampiyona '' diye. Şu fotoğrafta ki insan için geçerli değil o söz. Bu tamamen milliyetçi faşizan duygularla hareket eden bir adamın manyaklığı. Parası olduğu için her şeye ulaşabileceğini sanan bir denyonun fotoğrafı bu. Umarım bu ve bunun gibi dangalaklar basketbol parkelerinden uzak durur...


NOT : EY KENDİNİ ZENGİN SANAN ŞAHIS ! O KÜFREDİP BAĞIRDIĞIN ADAM SENİ SATIN ALIR BE !

Cumartesi, Eylül 11, 2010

DEĞMESİN YAĞLI BOYA !






Spekülatif Söz ; Burak Yılmaz...




Burak Yılmaz denilen bir adam vardı ya, kendi oynadığı takımın tribünlerinden bile küfür yerdi. Ne garip oyuncuydu, unutmuştum kendisini kaç zamandır, fakat o bizleri unutmamış anlaşılan...


Burak Yılmaz'ın burada yer alma sebebi; milli takımla alakalı tutarsız açıklamaları. Tarihler 8 Eylül'ü gösterirken Burak Yılmaz şu açıklamala da bulunmuş ; ''Milli takıma hak edenlerin seçildiğini düşünmüyorum.'' dediklerinde haklı olabilir elbet, -ki haklı da bu konuda ona saygı gösteririm ama bu lafının üstünden sadece 3 gün geçtikten sonra tükürdüğünü yalamasına saygı göstermem imkansız. Bugün milliyet gazetesinin internet sitesinde şu ifadeleri yer alıyor zaat-ı muhteremin ; ''Milli takıma hak edenlerin seçildiğini düşünüyorum.'' karakteri belli olan bir adam Burak, bu açıklamaları yapmasına şaşmamalı. Herhalde yönetimden birisi dürtükledi de bu son açıklamayı verdi kendisi, en azından ben öyle düşünmek istiyorum. Burak Yılmaz gibi bir karaktersizden bu kadar bahsetmek gereksiz zaten, doğru yolu bulacağını sanmıyorum, ''ben Cristiano Ronaldo'nun Türkiye şubesiyim'' diye dolanan adamdan da bu beklenir zaten. Sokak futbolunda bir söz vardır ; ''karı gibi dırdır etmeyi bırak da oyununa bak !'' evet Burak bu lafı hak ediyor, sesini kes de oyununa bak Burak !!!

Çarşamba, Eylül 08, 2010

Günün Karesi...


Ömer : Anaaa Sabriii laaağnn !
Kerem : Harbi sabri, gerçek lağnnn !
Hido : Sabri el salla bakim, el sallasana ibiş !

Salı, Eylül 07, 2010

Kavram Karmaşası ; Sabri Sarıoğlu...

(Resmi büyütmek için üstüne tıklayınız)
Malumunuz bu bölümde sözlük tarzı bazı şeyler karalıyorum. Sabri için de şöyle bir tanımlama yapmayı uygun gördüm :
  • Hollanda'da başlayan total futbol akımına tepki olarak 1984 yılında Samsun'da dünyaya gelmiştir. Potansiyel bir ; İbrahim Üzülmez, Ümit Özat vakasıdır. Oyun stiliyle Messi'ye benzetilmekle beraber tipten kaybettiği ileri sürülmektedir. 

Pazar, Eylül 05, 2010

İki Resim Arasındaki Fark ?

 

Soldaki Plasil, sağdaki ise Nedved... Uzaktan bakınca aralarında pek bi' fark gözükmüyor, oyun stilleri de hafiften benziyor, ama tabi ki de Plasil ; Nedved'in seviyesinde bir oyuncu değil. Fiziksel olarak birbirlerinden ayırt etmek gerçekten güç. Eee boşuna dememişler ; ''insanlar çift yaratılmıştır'' diye, alın size örnek...

Perşembe, Eylül 02, 2010

Şampiyona'dan İzlenimler...


Abdi İpekçi'ye Dünya Şampiyonası maksadıyla yaptığım ikinci ziyaretin notlarını aktarmaya çalışacağım, bu postta. Günahıyla, sevabıyla güzel bir turnuva geçiyor en azından benim için. ''böyle bir turnuva ancak 200 yıl sonra bi' daha burada olur'' muahabbetine girmeyeceğim, ama hakikaten maddi anlamda büyük problemler içine girmeyecekseniz gidin izleyin maçları. En azından oranın havasını koklayın, şampiyonanın ülkemizde yapıldığını idrak edin... İşte notlar ;

  • Hırvatistan eski Hırvatistan değil. Özellikle Planinic, eski oyunundan çok uzakta, şutu eskisi gibi değil, çabukluk desen ; ''o ne lan ?'' diyilecek konumda. Yazık gerçekten, böyle bir yıldızın şu duruma düşmesi üzücü.
  • Tunus yorgun gözüktü, Hırvat maçında. Takımın yıldızı ya da herşeyi ; Slimane bile kötü oynadı. NOT : Slimane her pozisyonda oynayabiliyor Tunus sisteminde, ayriyeten de hafiften Tolunay Kafkas'a benziyor(!).
  • Hırvatistan adına bu turnuva bir geçiş dönemi olarak adlandırılmalı bence. Kaybettiklerinden çok kazandıklarına bakılmalı. Bojan Bogdanovic, Ante Tomic, Marko Thomas gibi gençlerin takıma monte edilmesi iyi sonuç vermişe benziyor. Hırvatistan'ı bir de bu oyuncular tecrübelendikten sonra izlemek lazım.
  • Maçları İran'lı taraftarlar arasında izleme gafletinde bulundum. Fark 20'li 30'lu sayılara bile çıktığında hala deli gibi bağırıyorlardı. Biraz sakin olsalardı maçın havasına daha rahat girebilirdik. NOT : Slovenler bile dalga geçti onlarla !!!
  • İran'lı kadınların yaptıkları makyajla kozmetik dükkanı açılır ! Bazıları palyaço gibi olmuştu, bazıları ise zombi gibi ! Hacı yağı ve çakma parfüm kokularından ne kadar bunaldığımı, inanın tahmin edemezsiniz.
  • İlginçtir ; Amerika özellikle ilk yarıda İran karşısında zorlandı. İran'lı oyuncuların serbest atış atarken uyguladıkları taktik ilgi çekiciydi. Ne zaman serbest atış çizgisine gelseler ; Haddadi kendi boyalı alanında bekliyordu sırf fast break yememek için ribauntu Amerika'ya vermeyi göze alıyorlardı. Bu arada Haddadi'de iyi oynadı hakkını yememek lazım, saha içinde Rudy Gay ile olan muhabbeti eğlenceliydi.
  • Russel Westbrook turnuvada izlemesi en çok keyif veren oyuncu. Ümit Davala tarzı saçları, akışkan oyunu ve müthiş atletizmiyle dikkat çekiyor. Onu burada izlediğim için kendimi şanslı hissediyorum.
  • Kevin Love'da Amerika'nın görünmeyen kahramanlarından. Savunduğu pivotlar ona karşı büyük bir fizik üstünlüğü sağlıyor, ama o bu fizik eksikliğini gücü ve basketbol bilgisiyle kapatıyor. UCLA forever diyesim geliyor ; Westbrook ve Love yüzünden !
  • Anderson Varejao kadar numaracı ve çirkef bir basketbolcu daha görmedim ben şu dünyada. Calderon bile onun yanında dondurmasını yalayan çocuğa döner, o derece fena ! Dün ilk defa oynadı ve takımı baltalamaktan başka bir işe yaramadı. Ortamı acayip gerdi. Vidmar'ı sakatladı ve o olayın üstüne de Nachbar'ın teknik faul almasını sağladı, tüm bunların üstüne bir de tribündeki bayan izleyicileri kendisine bağlamayınca ona olan nefretim bir kaç kat daha arttı !
  • Bostjan Nachbar müthiş oynadı. Bench'ten gelerek takımı sırtladı. Tabi ki tüm bunları yaparken 3 numara oynuyordu, 4 numara değildi yani. Umarım bu sene Efes'te de böyle oynar.
  • Jaka Lakovic aslında turnuvanın bekleneni veremeyenlerindendi taa ki son iki maça kadar. Hırvat maçında iyi bir skor katkısı vermişti, Brezilya maçında da aynı çizgisini sürdürdü üstelik daha iyi bir yüzde yakalayarak. Sanırım turnuvanın başındaki imajından artık sıyrıldı.
  • Sloven taraftarlar hakkında birşey demiyeceğim artık. Salona müthiş bir renk katıyorlar. Bazıları Abdi İpekçi'nin oto parkında karavanlarda kalıyor ve su gibi bira tüketiyorlar. Onlar sayesinde bira karaborsa olarak satılıyor, salon çevresinde.
  • Organizasyonun ilk gününde tişört ve top dağıtma tabancalarının nasıl çalıştığı çözülememişti görevliler tarafından, ama dün gördüm ki artık nasıl çalıştığını anlamışlar, bi' problem kalmamış anlayacağınız
  • Anonsörün kafası biraz güzel sanki. Sürekli ''make some up noise'' diye bağırıyor ve ingilizce bilmeyen insanlarla ingilizce konuşması da takdire şayan.
  • Özellikle İran - Amerika maçında dansçı kızlara büyük bir ayar çekildi. Bi' anda üstleri başları kapatıldı, ne hikmetse ! Bu arada isimleri ''dünyaca ünlü rus dansçılar'' diye anons ediliyor. Bu durumu da anonsöre bağlıyorum.